7 Ocak 2016 Perşembe

Evlenelim mi?




New Message from Z9012 - 2015, 3 September
~ Evlenelim mi?

New Message from C8734 - 2015, 10 September
~ What?

New message from C8734 - 2015, 10 September
~ Canım, sanırım mesajı yanlışlıkla bana gönderdin.

New message from Z9012 - 2015 11 September
~ Yanlışlık yok. Mesajı sana attım.

New message from C8734 - 2015, 12 September
~ Garip. Öncelikle sormam lazım, iyi misin? En son altı ay önce yazıştık. En son iki yıl önce birbirimizi gördük.

New message from Z9012 - 2015, 12 September
~ Sevgilin mi var?

New message from C8734 - 2015, 13 September
~ Anlamıyorum ne yapmaya çalıştığını?

New message from Z9012 - 2015, 13 September
~ Bense çok açık ve gayet net olduğunu düşünmüştüm. Sorumu yineliyorum, belki cevaplamak istersin: Evlenelim mi?

New message from C8734 - 2015, 15 September
~ E evlenelim desem, evlenecek miyiz? Nasıl olacak?

New message from Z9012 - 2015, 15 September
~ Sevgilin mi var?

New message from C8734 - 2015, 15 September
~ Senden ne kadar hoşlandığımı söylediğimde bana cevap bile vermedin. Seninle hemen evlenirim dedim, gülüp geçtin. Şimdi, yani yıllar sonra nedir bu?

New message from Z9012 - 2015, 15 September
~ Anladım, sevgilin var. Kusura bakma, aranıza girmek istemem. Kapatalım bu defteri.

New message from C8734 - 2015, 15 September
~ Sevgilim olduğundan değil. Soruma cevap vermedin.

New message from Z9012 - 2015, 15 September
~ Cevap versem, bırakıcak mısın sevgilini?

New message from Z9012 - 2015, 15 September
~ Belirtmeden geçemedim, sen daha benim hiçbir soruma cevap vermedin.

New message from C8734 - 2015, 15 September
~ Normal bir soru sormuyorsun ki? Hem sen kimsin, geçekten senin sen olduğunu bile bilmiyorum. Oyun mu oynuyorsun benimle? Kanıtla sen olduğunu. Senden hoşlandığımı söylediğim anı söyle, detay ver.

New message from Z9012 - 2015, 15 September
~ Senin arkadaş grubunla yaptığımız bir çeşit bana veda gecesinin bir yarısında, gecenin 2'si ya da 3'ünde, hepimiz iyice sarhoşken, İstiklal'in Tünele yakın barlarından birinde. Şimdi düşünüyorum, o sarhoş kafayla aklımda doğru kalmış mıdır? Sen aslında bu bana ilk açılışını, aslında bir itiraf gibi geçmiş zaman kipleri ile donatmıştın. ''Ben senden çok hoşlanmıştım'' gibi.
~ Bir de normal nedir, bir söylesene? Bu da mı zor soru yoksa?

New message from C8734 - 2015, 15 September
~ Neredesin sen, döndün mü, burada mısın? Yüzyüze konuşalım.

New message from Z9012 - 2015, 15 September
~ Yok, gelmedim, buradan devam edelim. Sorularıma yanıt istiyorum.

New message from C8734 - 2015, 16 September
~ Tamam, bir anlaşma yapalım. Önce sakin olalım. İnsan gibi yeniden başlayalım bu konuşmaya. Saatlerimiz uyuşmuyor, ama ben kendi adıma elimden geldiğince hızla cevap vereceğim. Önce bir zamanı yakalayalım. Ne yaptın, ne ettin? Her şey nasıl? İşin, ailen, oradaki arkadaşların bir anlat, ben de anlatayım.

New message from Z9012 - 2015, 16 September
~ Yani bana sanal çıkma mı teklif ediyorsun? Olmaz öyle, baştan diyeyim. Birbirimizi yeterince tanıyoruz. Bunca yıl arkadaşlığımız var. Onu geçtim, bunca yıldır facebook arkadaşıyız. Birebir görüşmesek de bir fikrimiz var, hayatlarımızla ilgili. Ben diyorum ki, evlenelim geri kalanı evli ilen konuşuruz. Yoksa bitirecek miyiz konuları, daha evlenmeden?

New message from C8734 - 2015, 16 September
~ Tamam, deli kız. Nereden çıktı şimdi bu iş, onu de bari?

New message from Z9012 - 2015, 16 September
~ E, yalnızım

New message from C8734 - 2015, 16 September
~ Yalnız olunca aklına ben geliyorsam iyiymiş,

New message from Z9012 - 2015, 16 September
~ Aslında bütün eski aşklarım zaman zaman aklıma gelir.
Ama sen eski aşkım da değilsin.
İlk tanıdığımdan beri kıymetlisin.
Ama ne şaşkın olduğunun farkında bile olmayansın.
Aşkını bana açmadığı gibi belli etmekten bile kaçansın.
Sana gelen cevap benim mi bilmeyensin.
Hikayelerinde kötü rolü bana verip benden sana koşmamı bekleyensin.
Olmadık yerde evlenelim mili şakalar yapıp, bir daha arayıp sormayansın.
Belki de teklifimi geri almam lazım.

New message from Z9012 - 2015, 16 September
~ Bizim aramızdaki tuhaf ve beklenmedik gelişmeleri hep şaşkınlıkla izledim. Hesapladım, tam dört kere şaşırtmışsın beni. Ama hiçbirinde benden bir cevap beklememişsin, sadece bişiler geveleyip kaçanmışsın. O yüzden aslında ben hep sana hesap soruyorum rüyalarımda.

New message from Z9012 - 2015, 16 September
~ Ne yapıyorum ben? Sacmalık bu.

New message from C8734 - 2015, 16 September
~ Adresini göndersene bana google'dan bakıcam.

New message from Z9012 - 2015, 16 September
~ Ben çok yorgunum, uyucam şimdi. Belki yarın bu saçmalıkların hepsinin bir rüya olduğunu anlar ve rahatlarım.

New message from C8734 - 2015, 16 September
~ Adresi göndermeden uyuma.

New message from Z9012 - 2015, 16 September
~ Attım emailine, evin resmi de görünüyor. Türkiye'de hiçbir yer çıkmıyor google haritada biliyor musun?
Hadi, yattım ben.

New message from C8734 - 2015, 17 September
~ Bileti aldım.

delimorsi@gmail.com

3 Ocak 2016 Pazar

Altı Şapkalı Düşünce Tekniği - Edward De Bono Hakkında



Düşünen, düşünmeyi ve düşünme hakkında düşünmeyi sevenler için ilgi çekici olabilecek bir kitap Altı Şapkalı Düşünme Tekniği. Yazılış amacı daha çok askeri ve ticari olarak görünse de hayatın her alanına uygulanabilecek, zihin açıcı bir kaynak kitap olur, derim.

Yazarın kendi yöntemini tanıtmak ve yerleştirmek için yaptığı tekrarlar, öğrenmek yanında okumanın kendisinden de keyif alan bana pek çekici gelmedi. Anlatım edebi ya da çok çekici değil ama teknik tarafı kesinlikle ilgi çekici.

Düşünmenin yöntemleri olacağını kabul etmek, bunlar üzerine düşünmek ve özünde düşünmeyi organize etmenin düşünmeye, üretmeye ve yaratmaya  ne kadar katkısı olacağı sanırım kuşku götürmez. İşte bu, bu kitabın yazarının yapmaya uğraştığıdır. 

Kitabın okuyanlara en büyük katkısının, aslında yapıyor oldukları şeyin ne olduğunu öğretmek olacağını sanıyorum. Mesela benim için duygusal düşüncenin işlere karışması hatalara neden olabilirdi ve profesyonel bir bakış açısı değildi, ancak kitapta duygusal düşüncenin de yeri vurgulanınca belki duygusal düşünceden kaçınmaya değil, onu doğru konumlandırmaya ve böylece duygusal düşüncenin bana söylediğini dinlemenin faydalı olacağını düşünmeye başladım.

Kendimi eleştirdiğim pek çok düşünce şeklinin örneğin bazen çok olumlu ve bazen de çok olumsuz düşünme yollarının yadsınmaması, aksine hepsinin değerlendirilmesi gerektiğini görmek beni mutlu etti ve zihnimde yeni yollar açtı.

Bir organizasyonu yönetenlerin olduğu kadar, kendimizle, ailemiz ve çevremizle ilgili çözmemiz gereken konularda da düşünmeye ihtiyacımız yok mu? Düşünme eylemini düzenlemekte bu son derece samimi faydalı kitabı herkese tavsiye ederim. 

Kitabı kısaca özetlemek istersek; yazar düşünce yöntemlerini renklerle ifade ederek anlamlarına göndermelerde bulunurken şapka simgesiyle de deyimlerimizde bile yer alan başka şapkaları giyerek kendimizi, konuyu başka noktalardan da görebilirizi vurguluyor.

Beyaz Şapka - sahip olduğumuz kesin bilgiler ( Bu bana çok önemli geliyor, özellikle medya okumada, bizi etkileyen sosyal medya paylaşımlarının bizim düşüncelerimizi şekillendirmesinde. Her zaman kaynağa ve gerçekten güvenilir bilgiye her zaman her yerde  ihtiyacımız var.) Yani bilgiyi bütün öteki düşünce sistemlerinden ayırmak. 

Kırmızı Şapka - duygusal düşünceler - duyularımız, hislerimiz 

Siyah Şapka - olumsuz düşünceler

Sarı Şapka - olumlu düşünceler

Yeşil Şapka - yaratıcı, alternatif düşünceler

Mavi Şapka - dengeleyici bakış açısı 

Yukarıda yazdıklarımı aklımda kaldığı şekilde yazdım, ayrıca benzer bir özete vikipedi'de rastladım, oradan da bakabilirsiniz. Linki burada https://tr.wikipedia.org/wiki/Altı_Şapkalı_Düşünme_Tekniği

İyi okumalar...

 delimorsi@gmail.com

'Sigarayı Bırakmanın Kolay Yolu - Allen Carr' Hakkında

Defalarca sigarayı bırakmış biri olarak, sigarayı bırakmanın öyle zor olmadığını biliyordum ama benim sıkıntım tekrar başlamaktı. Allen Carr'ın çok başarılı Sigarayı Bırakmanın Kolay Yolu kitabını da tekrar başlamamak için belki bir tavsiyesi olur diye okudum ve evet oldu.

Daha önce herhangi bir yardım almadan sigarayı bıraktığımdan işin psikolojisini, adımlarını biliyordum, kitabın basitçe yüzde seksenini yazabilecek kadar iyi biliyordum ama bilmediklerim de vardı. İşte bu bilmediklerim beni hem heyecanlandırdı, çünkü artık geri dönüşsüz bir şekilde sigarayı bırakabilecektim, hem de zorladı, bunca zamandır kör cahil sigara içtiğim için.

İlk suratıma çarpan gerçek sigara içmenin aslında uyuşturucu kullanmak olduğuydu. Bunu bilmiyor muydum evet biliyordum ama beynimiz nasıl çalışıyorsa bunu görmezden gelmeyi de çok iyi başarıyordum. Uyuşturucu kullanmanın berbat yanı, özgürlüğünü elinden alması bana göre ve ben sigaranın bunun yapmasına çok uzun zaman izin verdim.

Diğeri beyin yıkama, yani ''aslında ben sigara içmekten zevk alıyorum ama içmek de sağlığa zararlı, bırakıcam ama bu zevkten de kendimi mahrum edicem'' düşüncesi. Sigara içtiğim her anda  bırakmayı düşünürken nasıl oluyor da onun vazgeçilmez ya da vazgeçmesi zor bir zevk olduğunu düşünebiliyordum. Nasıl da beynim yıkanmıştı. Ne yani, hiç sigara içmeyenler hayattan hiç zevk almıyor muydu? Bu kitapla ilgili okuduğum yorumlardan biri bu kitabın başlı başına bir beyin yıkama olduğu ''ama iyi bir beyin yıkama'' diyor yorumcu. Katılıyorum. Sigarayı bırakmak istiyorsanız bu beyin yıkamaya izin verin. Nasıl ki hayatımız oradan buradan bize politikalarını ve ürünlerini satmak isteyenlerin beyin yıkamalarıyla dolu. Siz de kendiniz için bir şey yapın sigaranın zevk vermediğini, yaşadığınızın aslında nikotin isteyen vücudunuzun sızısının giderilmesi olduğunu ve sigarayı içtiğiniz an vücudunuzun yine bu sızıyı duyacağını ve bu kısır döngüden kurtulmanın ancak bu kısır döngüyü kırarak yani sigara içmeyerek olacağını bilin ve bu bilgiyi yerleştirin, sigaranın zevkli olduğu bilgisi yerine.

Nikotinin bedenimizdeki çalışma sistemini öğrenmek de bu kitabın sağladığı oldukça zihin açıcı bir bilgi oldu benim için. Evet nikotin dünyanın en hızlı bağımlılık yapan yani en hızlı vücuttan atılarak yeniden istek duyduran kimyasalı. Bizi yavaşça arızalandıran bir zehir.

Muhtemelen sigarayı bırakmak istemeyenler bu kitabı okumayacaktır. Buna neden olan şey ise korkuları olacaktır. Bu korku da bence bağımlılığın bir parçası. Bırakmayı düşünmeyenler, içmeye devam edenler lütfen bu kitabı sigarayı bırakmak için değil bilgi edinmek için okuyun. Emin olun size de çok faydası olacak.

Sigarayı bırakmak isteyenler, bu kitabı size ısrarla tavsiye ediyorum. İçindeki yolu uygulayın, kendinizi hazır hissetmiyorsanız, baştan alın, üzerine düşünün. Unutmayın herkes sigarayı bırakabilir ve bu gerçekten çok zor degil, bırakmak için bir organınızı kaybetmeyi beklemeyin.

Kitabın pdf formatı internette mevcut arayıp okuyabilirsiniz ama ben yine de kitap formatını tavsiye ederim, daha rahat okunuyor.


 Kitap, kitabı bitirene kadar sigarayı bırakmamanızı tavsiye ediyor ve bir noktada hadi son sigaranızı için diyor. Kitabı okurken bol bol sigara içtim. Kitabı okurken sigara içmek hem çelişkili geldi, hem de bazen işkence gibi oldu. Bir an önce kitabı bitirip bu işkenceden kurtulmak istedim. Herkeste yansıması farklı olacaktır. Bu benim deneyimim. Yanda da kitabı okurken içtiğim sigara paketi ile çektiğim fotoğraf. Aman diyeyim, kurtulalım şu illetten.








delimorsi@gmail.com

9 Aralık 2015 Çarşamba

Bir Briton, Bir Maori ve Bir Kürt bir gün...

Adına James diyeceğim, olur mu? James gibi biriydi çünkü, olsa olsa James olurdu adı.

Adlara, etiketlere takılmamış olmalıyız ki, birbirimizin adını öğrenmeden, bir daha görüşmek için sözleşmeden, ki bence gayet dürüstçe oldu bu, güzelce sohbetimizi edip ayrıldık. 

Ama söyleyeyim James tipi vardı onda yani.

*

Çokca insanla tanışmak iyidir, hoştur da, bir sakatlığa maruzdur. Bu sakatlık da en çok da sürekli seyahat edenlerde gözlemlenir. Ee onlar çokça kimseyle durmaksızın tanışırlar ya ondan işte. Bir yerde insanın otomatikleşmesi midir? Kısa zamanda çok insanla tanışma pratiğinden kaynaklanan saçma bir kendine yuzeysel bir konuşma, tanımlama belirme midir? Ya da başka bir şeydir belki. Ama bir sakatlığı vardır, mütemadiyen birileriyle tanışan biriyle tanışmanın. Sorular tekdüzedir, cevapları gibi. Çoğu zaman konuşmalar, karşındakine değil, bir pratiğe yöneliktir. Mesela, şuraya nasıl gidilir, nerede kalınır, sen ne kadardır buradasın gibi.

Şimdi seyahat edenlere yüklenmişim gibi oldu. Yok, o sadece bir örnekti ve eğer böyle birine bakıyorsanız seyahat edenlerde bulmanız olasıdır derim ama bu tipleri aslında her ortamda bulabiliriz. Biriyle konuşan ama yüzeyden dibe inemeyen ya da inmeyenlerle, o dışarıya hazırladığı cv ile dolananlarla.

Amma uzattım.

Konum başkaydı ve hala da başka aslında.

Bu James denen, dediğim arkadaşla bir gezide tanıştık. Buralarda yeniymiş. Ablası yaşıyormuş burada. Hem ziyaret, hem seyahat amacıyla gelmiş. Nereden? Brittany'den. Söylenince sanki Britain gibi. Önce anlamadım, tekrar etti. Sonra hatırladım, daha önce duymuştum bu yerin adını. Kulağa İngiliz şehri gibi gelse de Brittany, Fransa'nın bir şehri. Aşağıdaki haritada Bretagne adıyla görülen bölge.

Britanny, Fransa 
James üniversitede Breton dili okumuş. Ben de Britanny'de insanların iki dilli olup olmadığını sordum. Aklımca bölgede yerel dil konuşuluyor ve herkes ayrıca Fransızca biliyordu. Hayır, dedi James, ne yazık ki, dört milyonluk Britanny nüfusu içinde Breton dilini konuşanların sayısı ikiyüz binlere düşmüş. Okuduğu bölümün amaçlarından biri de dilin unutulmasını engellemek. Öncelerden konuşulması yasaklanmış, bir nevi unutturulmuş olan dil, şimdi canlandırılmaya çalışılıyor, belli ki.

Bunun üzerine Maorice konumuz oldu tabi. İngilizlerin sömürgesi olan Yeni Zelanda'nın yerlisi olan Maorilerin dillerini konuşmaları özellikle okullarda yasaklanmış. Çocuklar dillerini konuştukları için dayak yemiş. Ailelerin önemli bir bölümü de çocuklarına Maorice öğretmekten vazgeçmiş. Artık dil yok olmaya başladıktan sonra yapılan hatalar, Maorilerin de talepleriyle anlaşılmış ve son on, on beş yıldır Maorice okullarda öğretilmeye başlanmış. Ayrıca pek çok kurum devlet desteğiyle ücretsiz Maorice kursları veriyor ki, ben de geçen yıl böyle bir kursa katılmıştım.

Dil, insanın kimliğini açıkladığı, kültürünü biriktirdiği ve aktardığı en önemli öğelerden biri. Dilini unutan bir toplum, tüm birikimini de neredeyse unutmaya mahkum edilmiyor mu? Anadilinden başka bir dil öğrenenlerin özellikle bileceği gibi, her dilin kendine özgü vurguları bağlantıları ve elbette kültürüyle derin ilişkileri vardır. Dil öğrenmenin en büyük zorluklarından biri de sadece dili değil, bir yerde kültürü de öğeniyor olmaktır. Dilden dile çeviri ile dil çok sınırlı olarak ögrenilebilir ve çeviri gerçek anlamda diğer kültürü tanımayı gerektirir.

Bunlar hep olup dururken, bu arada teşekkürler James, aklım Kürtlere ve taleplerine gidiyor. Kürtlerin Türkiyeden en büyük taleplerinden biri de dillerini öğrenebilmek ve konuşabilmek. Maori arkadaşımın bana anlattığı, okul hikayesini Kürt arkadaşımdan da dinlemiş olmak. Dilini konuşmayı istemekten daha doğal bir istek olamaz sanırım. Hayır, dil nasıl yasaklanabilir, zihnim bunu hiç almıyor. Her kimseniz, bunun sizin dilinize yapıldığını düşünün. Ben çocuktum ve Kürtçe müzik dinlemek yasaktı. Bir dil nasıl yasaklanır, nasıl olur bu?

Bizde çok akıllı olduğu sanılan argümanlar çıkar bir yerlerden ve herkes onları bir zafer kazanmışcasına kullanır. Mesela 'E onlara o hakkı versek, bunun Lazı var, Çerkezi var.' He yani gerçekten muhteşem bir yasakçı zihniyetle çözdün şimdi hepsini. Evet kardeşim, kimsenin dilini kesemezsin, konuşmasına engel olamazsın.

İnsanlık Fransa'dan, Yeni Zelanda'sına ve Türkiye'sine kadar bu karanlık ve arsız yollardan geçmiş ve geçiyor belli ki. Ulus devlet olmaya çalışmanın sancıları gibi görünüyor. Sorsanız hepsinin tektipleştiriyor diye eleştirecekleri komünist ülkelerden nasıl da farksız uygulamalar.

Hadi geçmişi geçelim de bugün şunu görme günü. Kimse, kimsenin dilini konuşmasını ve öğrenmesini engelleme hakkına sahip değildir, olamaz. Bu insani bir haktır.

Ne güzel şakalı makalı gidiyordu yazı, biraz ciddileşti sonra. Yok ama gerçekten insan haklarının şakası yok.



Note : Yazıma ilham kaynağı olan James'e sevgiler.


delimorsi@gmail.com

18 Ekim 2015 Pazar

Osmanlı mıyız? Ne kadar?

Osmanlı İmparatorluğu bizim geçmişimiz değil mi?
Kafaları karıştıracak bir soru olabilir bu. Nereden baktığınla da çok çeşitli yanıtlar verilir.
Peki biz kimiz?
Türkiye topraklarında yaşayanlar, kendilerini nasıl ve asıl ne olarak tanımlıyor?
Osmanlı Türk müdür?
Türk kimdir?

Anlamların zaman içindeki değişimi bu soruları sorarken sinsice yanıbaşımızda bekliyorken nasıl doğru yanıtlar bulacağız sorularımıza?

Etnik kimliğin ikinci planda olduğu, dolayısıyla içinde barındırdığı insan kitlesinde her türlü etnik grup ve dini yapıyı barındıran bir yönetimden ve yönetimsel olarak kendi oluşturduğu bir Osmanlı kimliğinden bahsediyoruz. Osmanlı, daha çok dışarıdan Türk olarak tanımlanmış, İstanbul'un alınışı sonrası ise Rumi de demiş kendine Osmanlı, Roma İmparatorluğunun devamı olduğunu vurgulamak üzere. Neden Türk dememiş? Burada Türk adının, kelimesinin anlamının biraz daha farklı olduğunu düşünüyorum o günde. Bir aynı kandan olma dışında, kültür durumu Türk olmak.

Osmanlı'yı iyi anlamamız ve onunla hesaplaşmamız gerekiyor. Osmanlıyı ne Türk diye sevmek, ne de başka bir nedenle reddetmek bizim kendi önümüzü tıkayan, tıkayacak bir anlayış olur.

Tarih öğrenirken öne çıkan kronoloji  bilgisi ile olayların, savaşların takibi bize kuru bir bilgiden ötesini vermiyor. Tarihi faydalı kılan ise o günün koşullarını hissedebilmek ve o günde yapılanların neden ve sonuçlarını gözlemleyebilmek. O gün hangi ihtiyacın neyi doğurduğunu okumak. Bir de konu Osmanlı olunca iş bunun kendini tanımayla ilgisine geliyor. Bugünü anlamak için geçmişi de biraz kurcalamak gereği doğuyor.

İlber Ortaylı'nın "Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek" kitabı bu konuda bir başlangıç olabilir. İlber Ortaylı konuşmalarının bir düzenlemesinden oluşan kitap oldukça ilgi çekici.

Kitaptan benim kendime notlarım;

*Konstantiniyye; "korunmuş makam"  ... Büyük Konstantin'in adını taşımaktan dolay Osmanlı İstanbul'u hiçbir zaman yüksünmüş değildir. S/9

* ...''şehre şehirde" anlamında kullanılan Stinpoli, İstanbul'un eski adı olarak ortaya çıktı. Müslüman Emevi kuşatmasında İstinbol deyimi yerleşti. Zamanla bu şehre eski ismine benzeyen bir kelimeyi de Türkler kullandı. S/12
Ayrıca İslambol kelimesinin de 18. yyda bir dönem kullanıldığı ifade ediliyor, ancak bu isim uzun ömürlü olmamış.

* Mimar Sinan'ın eserlerinin tam sayısının ve aslında hangilerini birebir yaptığının bilinemediği ve aslında bir Mimar Sinan ekolünün eserlere adını verdiği

* Osmanlı'da devşirme sisteminde, devşirmelerin çoğunlukta Hristiyan ailelerin akıllı ve güzel çocuklarından seçildiği, bazen Müslüman Türklerden de seçim yapıldığı ve bunun birkaç yılda bir birkaç bin olduğu, Devşirmelerin Osmanlılaştırıldığı ve eski kimliklerini sadece bir anı olarak taşıdıkları.

* Osmanlı'nın zenginliğine rağmen yapılarındaki mütevaziliği

* Divan-ı Hümayun, Farsça, imparatorluk kurulu manasında

* Osmanlı İmparatorluğu, tarihin son Roma İmparatorluğu'dur. S/181


İlber Ortaylı, Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek, Timaş Yayınları,189 Sayfa, 25. 2007 baskısı


Karatay Diyeti

Bir gün bir diyet kitabı ile ilgili bir yazı yazmak isteyeceğim aklıma gelmezdi.

Prof Dr Canan Karatay'ın kitabını, Bilimsel Gerçeklerle Kilo Vermenin ABC'si adlı kitabını okudum yolculuğum sırasında.

Canan Hoca, vücudumuz nasıl çalışır'ı doktora değil de bize anlatırken, hem bildiklerimizin arka yüzünü bize gösteriyor, hem de bilmediklerimizi ama özellikle yanlış bildiklerimizi de açıklığa kavuşturuyor. Söylediklerinin takip edilmesinin bizlere daha sağlıklı bir hayat sunacağı ve bizi bilinçlendireceği açık. Teşekkürler Canan Hoca.

Bundan sonrası, mutfağımızı gözden geçirmek, yediklerimizi, ne yediğimizi bilerek yemek ve ne yiyeceğimizi düşündüğümüz kadar, hareket etmeye, yürüyüşe de zaman ayırmaktan geçiyor.

Hadi başlasın sağlıklı yaşam.

 Prof Dr Canan Efendigil Karatay, Bilimsel Gerçeklerle Kilo Vermenin ABC'si: Karatay Diyeti, Hayykitap, 160 sayfa, 61. Baskı İstanbul, Ağustos 2015

5 Temmuz 2015 Pazar

Dayanılmaz Ahmaklık

Tom Scott - Yeni Zelandalı karikatürist
"Beni duyabiliyor musun Huoston? Evet, Dünyayı görebiliyorum.
İnan bana dünyanın durumu bizim düşündüğümüzden daha kötü."
Gitmek vardı ya aklında, az biraz da öğrenmişti gitmelerin çözüm olmadığını.

Sırt çantasını öyle iyi düzenlemişti ki, öyle sade bir çanta hazırlayabildiği için kendiyle gurur duydu. Bunlar hep oradan oraya taşınmaların, sık sık seyahatlerin sonucu olmalıydı. Zamanla taşıdığı pek çok şeyin aslında, kendine yükten başka bir şey olmadığını anlamıştı. Fazlalıklardan kurtulmak çantayla beraber onu da hafifletmişti. Ne çok fazlalık vardı yaşamında, yaşamlarda. Durduğu an insan biriktirmeye başlıyordu, bağlar geliştiriyor, fazlalaşıyordu. Bu bedenin ihtiyaç fazlası yiyecekle yağlanması gibiydi. Eşyalarımızı, bağlar geliştirdiklerimizi bırakamıyor evlerimizi, yaşamlarımızı obezleştiriyorduk. Oysa en çok özendiğimiz kuşlardı. Özgürlüğün anlamını bulmuştuk onlarda. Ne kadar da güzel süzülüyorlardı havada.

Bizi insan yapan biraz da bilgilerimizi biriktirebilme yeteneğimiz ise neden unutuyorduk ya da yeniden öğrenmemiz gerekiyordu, neden kuşları özgür bulduğumuzu?

Gitmeye hazırdı o ilk uzun yolculuğuna, en aza indirilmiş gereksinim çantası ile. Belki de son kez içinde bulunuyor olduğu odasına baktı, duvarlarında asılı olanlar hatıra doluydu, bir bir baktı; resimler, fotoğraflar, bir yelpaze, bir kaç poster, bir kaç not, bir küçük enstrüman... Öğrenebildiğimiz için kendimizi diğer canlılardan ayırırken, öğrendiklerimizle çoğu zaman kalıpların içine giriyor ve düşünebilenamadüşünmeyeninsanlara dönüşüyorduk. Gitmek bu düşünebilenamadüşünmeyeninsanların arasında yaşayamayanlar için yegane çözüm gibi dursa da gidilecek yer ötekidüşünebilenamadüşünmeyeninsanlar dünyasından farklı bir yer değildi. Duvarlarına, uyumayı çok sevdiği yatağına, anılarına son kez bakarken sevdiklerini bırakabilmenin onlara o kadar da ihanet olmadığını, onları hep seveceğini düşündü, bu öteki dünyadan habersizdi o zaman ama ayrılırken içindeki o tuhaf hissin aslında öteki dünyaların öteki düşüncesizleri olacağının bir sezgisi olduğunu anladı yıllar sonra.

Çok üzgündü çevresinde çokça düşünebilenamadüşünmeyeninsan görmekten. Bu damadmeler* mesela kendi milletleri, ırkları ya da dinleri dışındakileri, aşağı, ahlaksız ve de düşman görüyorlardı. Soyları ile ilgili bilgisi yüzyıldan öteye gitmiyordu bile. Üstüne geçmişini anarken en çok tekrar ettiği kelimeydi hoşgörü, hem ırka, hem dine. Kendilerine her koşulda saygı beklerken, kendileri inandıkları dışındaki her şeye saygısızlığın dibine vuruyorlardı. O kadar ikiyüzlüydüler ki, matematikte başarılı olmaları mümkün değildi. Nasıl anlayacaklardı ki rasyonel olmayı, mantığı! Bir de bir kışkırma huyu vardı ki bu damadmelerin evlerden uzak. Bir fotoğrafla, duydukları bir iki sözle kışkırabilme becerisine sahiptiler. Hiç bir şeyi öğrenme niyetleri yoktu, her şeyi zaten bildiklerinden. Çevresinde gördüğü ve gördükçe biriktirdiği, biriktirdikçe onu ağırlaştıranlardan azıcık uzaklaşabileceğini düşünüyordu odasından dışarı adımını atarken.

Yolculuğu sırasında taşlara takıldı bazen, benim de içimde bir damadme mi var yoksa diye ürperdiği anlar oldu. Öteki damadmelerle tanıştı. Damadme olmamaktı kaygısı gün sonunda. Kendine insanlar biriktirmeye uğraştı. Ne çok öğrenilecek vardı, ne çok başka anlayış... ve bunca şeyi öğrenmek, onlar hakkında baştan verilmiş bir hükümle mümkün değildi. Seyahat etmek ne büyük bir yardımcıydı, kendini tanımaya, başkalarını tanımaya, başkalarını tanırken kendini daha çok tanımaya. Herkesin seyahat edebilmesini diledi. Böylece eşya olmayacaktı birikenler.

Bir kez daha yola çıkıyordu şimdi. Aklında en son yaşadıkları ve öğrendiklerinden kalan notlarla, baba diyarından ardı arkası kesilmeden gelen damadme haberleri. Kafalarda birikenlerin de ne büyük yük olduğunu gördü. Elbette her insanın kendini tanımlamaya, dünyadaki koordinatını belirmeye ihtiyacı var. Ancak kendi dışındakileri tanımlama becerin de, sen değil miydin?

Iloyy - Kübalı karikatürist
O adamın da senin gibi olduğunu hep unutursun be insan. O yüzden hep talime ihtiyacın var.

Kafada kalıplaşanlar da evde birikenlerle benzerdi aslında. Biriken kalıplar da kafayı yağlandırıyordu. Kafanın da beden gibi egzersize ihtiyacı vardı. En çok da kalıplarını atıp özgürleşmeye, işte o zaman uçmaya en yakındı, işte o zaman bir kuş olmaya.


*Damadme - düşünebilen - d, ama - ama, düşünmeyen - dme : damadme

Not:
Her dile, dine, insana anlayışlı, saygılı olacağız ya, bazen ahmağa da ahmak diyemiyoruz. Saygısız olmayalım diye, ahmağa da, ahmaklığa da göz yumar oluyoruz.