14 Mart 2014 Cuma

Bankonun Öbür Yanı

Normal olmayan, alışılmadık uğultumsu bir ses ve banka şubesinin kalın vitrin camlarını titretecek bir sarsıntıya şaşkınlık ile kafamı şube girişine çevirdiğimi hatırlıyorum. Hayır kalın cam yerindeydi ama tuhaf bir şeyler olmuştu. Bundan sonrası çok hızlı gelişti...

Rumeli Caddesi'ndeki HSBC şubesindeyim. Uzunlamasına bir şube; giriş, gişeler, müşteri temsilcileri, müdür odası yan yana sıralanıyor. Ben gişelerdeyim. Sarsıntıyla sola döndürdüğüm başım, bir anda şube müdürünün üst kattan telaşlı gelişiyle sağa çevriliyor. Genel müdürlüğe ulaşamadığını, telefonların yanıt vermediğini söylüyor, sesinde tedirginlik var. O sırada müşteri temsilcilerinin bulunduğu bölümdeki televizyondan HSBC'nin genel müdürlüğünde bir patlama olduğunu öğreniyoruz. Bizim az önce duyduğumuz sarsıntının, Beyoğlundaki İngiliz Konsolosluğunda gerçekleşen aynı zamanlı diğer patlamadan geldiğini ise daha sonra öğreneceğiz.


Bilmeyenler için Rumeli Caddesi, patlama olan iki noktanın, 1.Levent ve Beyoğlu'nun tam ortasında gibidir. Ayrıca biri Beyoğlu biri Osmanbey'de olan Sinagog patlamaları da daha beş gün önce olmuştu. Rumeli Caddesinin bir bölümü de Osmanbey diye geçer.

Acil eylem planı: olası başka saldırılar nedeniyle ve güvenlik endişesi ile şube müdürü şubeyi kapatmaya karar verdi. Şubenin içinde bir kaç müşteri vardı, onların işlemlerini bir an önce bitirip gitmeye çalışıyoruz. İçeriye yeni müşteri almıyoruz ama gelenler durumu bilmelerine ve anlatmamıza rağmen ille de işlemlerini yaptırmak istiyorlar. Onların tarafında da durum farklı tabi...

Her zaman bir banko, bir paravan var siz ve karşınızdakilerle. Bankadan bahsetmiyorum, her yerde. Bankonun diğer yanına geçmeden, diğer tarafı anlamak neredeyse imkansız. Bunu bütünüyle anladığım, algıladığım yerdi bankacılık. Bankacılık bana hep çok sevimsiz görünmüş bir meslekti. Üstüne bir kaç banka deneyimi, sabırsız ve beklemekten haz etmeyen yapım, bir türlü ilerlemeyen kuyruklar, haksız, tuhaf öncelikleri olan sıra numaraları, kabaran, açıklanamayan sinir ve gerginlikler, hep bir şeyleri yetiştirmeye uğraşmalar... Sanki banka çalışanları insan değildi, o kısmı hiç düşünmemiştim. Neyse. Bankada üstüne bir de gişede çalışmaya başladığımda müşteri koltuğunda oturan, sırasında bekleyen ile benim aramdaki o banko görünür oldu. O kadar iyi anlıyordum ki bankonun diğer yanını, çünkü orada bulunmuştum, çünkü aynen orada duran o adam gibi düşünmüştüm. Fakat bu tarafta işler farklıydı, uymak gereken bir çok gerekli prosedür, işin, sistemin aldığı zaman, bir işletme olarak bankanın öncelikleri...
Tıpkı o anda bir çeşit can kaygısı ile şubeyi terketmeye çalışan biz ve işlerini halletmeye çalışan bankonun öbür yanı....

Velhasıl bankadan çıkmayı başardık. Peki ne yapacaktık? Evlere dağılmak istemedik, her an şubeye dönme durumu olabilirdi. Şubeye nispeten yakın oturan arkadaşımız bizi evine davet etti ona gitmekte karar kıldık. Eve varır varmaz elbette ilk işimiz televizyon karşısında olanları takip etmekti. O kadar üzgündük ki.

O kadar üzgündüm, o kadar içimde hissediyordum ki acıyı, ağlamaya başladım. Bu iki terörist saldırıda ölen suçsuz insanlar için ağlıyordum. Evet, saldırılardan biri bizim bankanın genel müdürlüğüne yapılmıştı ama benim genel müdürlükte tanıdığım bir kişi bile yoktu ya da onlara bir bağ hissetmiyordum. Kaldı ki içimdeki yoğunluk, üzüntü her iki patlamayla da ilgiliydi. Bir şey buldum, benim için yeni olan bir şey.

Buna hayat akışının bozulması diyorum. O güne kadar okuduğum, duyduğum, bildiğim pek çok acı olay, durum, haber için üzülmüştüm ama hiç birinde duygu yoğunluğum ağlayacak noktaya gelmemişti. Hatta belki biraz utandım bundan. O anda anladığım; olanlar, ölenler sizin hayatınızı etkilemiyorsa sadece anlık bir ilgi ile geçiştirip hayatınıza geri dönüyorsunuz. Yani şunun gibi;
-Falanca yerde deprem olmuş, şu kadar kişi ölmüş.
-Yapma ya, hımm
-Umarım çok ölen olmaz
-Umarım
-Ne yapıyorsun bu akşam?

Ama olan her neyse sizin hayat akışınızı bozuyorsa? Sizi yaptığınız her neyse alıkoyuyorsa?

Biz o gün normalde yapacağımız işten alıkonulmuş, insanların ölümlerine, ailelerinin üzüntülerine tanıklık etmek işimiz olmuştu. Olanları artık, bize olmuş, bizim yakınlarımıza olmuş gibi izlemeye başlamıştık. - Bu noktada kendi adıma konuşmalıyım. Beraber olduğum diğer sevgili arkadaşlarım için aynı şey geçerli olmayabilir, onlar bu deneyimi daha önce yaşamış olabilirler.-

Ben o gün bankonun diğer tarafına geçmiş, canı acıyan birini gördüğümde o acıyı etimde hissetmeyi öğrenmiştim. O kadar zordur ki başkasının acısını hissetmek! Kolay görünür, sonuçta insanlar benzer şeylere üzülmez mi? Mesela çocuğuna bir şey olmuş annenin feryadı en çok ve ortak kullanılan metafordur. Başkasının acısını anlamak, anlamaya çalışmak benim için insan olmak demek. Yine de görünen o ki bunu başarmaya da talim gerek!




Not : Sinagog patlamaları 15 Kasım'da, HSBC ve İngiliz Konsolosluğu patlamaları 20 Kasım'da olmuştu. Bu patlamalar, Türkiye'de yaşanan en büyük terör olayları olarak anıldı. Patlamalarda çok sayıda insan hayatını kaybetti ve yaralandı. Aşağıda olay ile ilgili gazete linkini bulabilirsiniz.

http://dosyalar.hurriyet.com.tr/almanak2003/news_detail.asp?nid=196&sid=2

Not 2: Söylemeden geçmek istemiyorum. Bu olaydan bir kaç yıl sonra HSBC'de ve İngiliz Konsolosluğunda patlama sırasında çalışan ve patlamalarda ciddi biçimde yaralanan iki dünya tatlısı insanla tanıştım. Onları daha önce tanıyor olsaydım, olay sırasında nasıl bir dehşet içinde olurdum bilemiyorum.










11 Mart 2014 Salı

Bana Hassasiyet Deme!

"Hassasiyetinize sıçayım!"
...

"Hassasiyetinize sıçayım!" geçiyor aklımdan ama ayıp diye yüksek sesle söylemiyorum. Bu haykırış içimde, karanlık ve sonsuz olduğunu tahmin ettiğim bir noktada çınlıyor: "Hassasiyetinize sıçıyııııımmmm!"
...

O kadar çok ve sık duymuşum ki "hassas söz öbeklerini!" "efenim Türk milletinin hassasiyetlerine uygun düşmez", "Halkımızın hassasiyetlerine dokunmuştur, dokunur, dokundu, dokunabilir..." , bir sabah yataktan "Heeeeyyt, yeter ulan, ne menem hassasiyetiniz varmış!"ı bastım ya da onun gibi bir şey.
...

Peki nedir bu hassasiyet? Her olana, olan bitene getirilen açıklamadır efendim. Biri cinnet mi geçirdi, odur. Biri birini kesti, doğradı mı, doğrayanın hassaslığı, neredeyse mütevaziliğidir. Namus cinayeti, gay cinayeti mi, toplumun yumuşak karnıdır. 
...

Peki bu hassasiyet olan biteni açıklarken getirilen bir savunma değil midir? Biraz da değil bayağı bayağı taraf tutmak değil midir? Hassasiyetlerle açıklanan her türlü hadisede, suçlu mağdura çevrilen değil midir?

Hassasiyetlerle açıklananların sonraki adımları "öyle demeyelim, yapmayalım, göstermeyelim de birilerinin o derin algılarını okşamayalım"a geliyor. Yani bir nevi sansür, kendini sansür, düşünceni, varlığını sansür. Aman! Aman! diyerek etrafımızda dolanıp bu tür sansürleri hunharca uygulayanlar da cabası.
...

Yok ya yanlış söyledim, bir gün şöyle uyandım: "İşte bu hassasiyetler hep seks!" Yeterince ya da gönlünce sevişememişlerin böğürtüleri bu hassasiyetler! Ben yapamadım, sen de yapmalar. Hiç "ben" olamayan birinin ya da birilerinin herkesi "herkes gibi" yapma gayreti. 
...

Senin hassasiyetin var diye benim yok sanma seni sabıkalı özgürlük düşmanı!