23 Kasım 2010 Salı

%20

Şehrin en canlı, en kalabalık noktalarından biri, merkez addedilebilir. Çevrede bolca mağaza, kafeterya, restorant. İnsanlar daimi bir hareket halinde. Bu şehre her gelen bu bölümüne bir bakmalı. Eğlence mekanlarının bolluğu, işyerlerine yakınlığı ile buluşmalar, karşılaşmalarla büyüyen bir dev. Hiç doymayan bir obur, renksever, hızlı hızlı yer ve kusar.

Burayı severim, izlemeyi, tanımayı, hep ama hep şaşırmayı... Cadde üzerinde bir mekan belledim, her gün oradayım, hep aynı yerde otururum. Buna zorunlu değilim, başka yerlerde de oturabilirim ama bir şey var, "aylak adamın aksi, bir yeri sahiplenme ihtiyacı" de istersen, hep oradayım. Köşemde oturur bilgisayarımı açar, işlerimi takip eder, bir şeyler okur, çiziktiririm. Çevredekiler de alıştı bana, eski filmlerdeki daktilosu önünde arzuhalci gibi, birileri gelir, adres sorar, sorar, yol yordam... akıl... Konuşmalar bazen kısaca cevaplanır, çoğu kez kısa da olsa bir sohbetle sonuçlanır, enerjimize enerji katılır... Bildiğim bir şey varsa iletir, bilemediklerimi bilenlere aktarırım. Bu uzunca bir süredir böyle devam etmekte.

Yine orada, beyazın hakim olduğu ve fakat tüm parıltılı renkleri barındıran hoş dizaynı ile caddenin en güzel seyredildiği kafenin en güzel masasında, artık mekan sahiplerinin beni yadırgamadığı hatta sahiplendiği köşemde otururken yanıma gelip "müsait misiniz?" deyiverdi. Bir e-postaya dikkatimi vermiş okumaktaydım, başımı kaldırıp "tabi, elbette" dedim.

Bir yokuş tırmanmış gibi, nefes nefeseydi, rahatlamasını bekleyerek onu izlemeye koyuldum, müsait misiniz? sorusunun ardına hazırlanıyordum ki, aslında bir sorusu olmadığını, sadece oturmak üzere izin istemek için ettiği lafı, bir soru gibi aldığımı kavradım. Benim kavrayışıma kadar geçen sürede takındığım bekleyen ifadeye bu kez o, bir açıklama gereği hissetti ve  iki üç saniye içindeki bu silsile bir sohbetin başlangıcı oldu. "Çok kalabalık, hava da sıcak" dedi. Gülümsedim. "Kusura bakmayın sizi de rahatsız ettim, aslında buralarda bir yer arıyorum, biraz bakındım, bulamayınca soğuk bir şeyler içeyim dedim ama çok kalabalık." "Rica ederim, nereyi arıyorsunuz dedim, ortama hakim bir edayla. Aradığı bildiğim bir yerdi, yardımcı oldum, rahatladı. Bir limonata süresince lafladık. İsim alışverişi sırasında şaşırmanın gülüşü yüzümde resimdi. Adı ; Yüzde Yirmi'ydi.
Bazı aileler çocuklarına ömür boyu unutamayacakları bir şaka yapıyorlar, dedim içimden.
Bu karmaşanın tam ortasındaki ben'in o günkü hareketi oldu isim; geldi, geçti.
Tanışmamızın üzerinden hafta ile ölçülen bir süre geçmişti ki Yüzde Yirmi, sanıyorum oralarda bir işi olduğundan geçerken beni gördü, beş dakika oturdu ve "merhaba" gülümsemesi ile başlayn kısa kahkaha atağından sonra ayrıldı.

Üçüncü geçişinde benim oradaki sürekliliğimin farkına varmıştı, ben oradaydım, bıraktığı yerde. Artık isimlerimizi bilmenin, simaları tanımanın rahat hali. Bazen laflama, bazen koyu bir sohbetin ipuçlarını verir sohbetler...

Artık geçişler bana bir uğrama şeklinde. Süreğen meşguliyetime beş dakika mola. Sanki beni rahatsız edeceği endişesi ile beni görme isteğinin galibi o beş dakika. O beş dakika yüreğime akıyor ama gizli, itiraf etmiyorum kendime. Kendimden kaçar bir halde olmak onu görmeyi de daha heyecanlı yapıyor, çünkü onu beklemiyorum. Beklemiyorum ve o hep bir şaşırtmaca oluyor, hep bir "an" oluyor. Ne oluyor?

***

Aaah benim yavrukuşum... Saime, sana diyorum bak, bunlar iki kumru. Nasıl da kafa kafaya vermiş, bıdır bıdır konuşup gülüşüyorlar.
Hıh, çok da iş. Kaç yaşına geldin, hala gözün aşk meşk işlerinde. Bırak milleti gözetlemeyi de senin oğlan ne yaptı borçlarını onu anlatıyordun.
Ah Saimeciiiim, bütün parasını yatırdı buraya. Kazandığı da kirasına gidiyor. Böyle mut-luy-muşş. Yavrum dedim, bıraktın gül gibi maaşı üstüne ne birikim kaldı, ne borç isteyecek arkadaş, üstüne bir de kredi aldın, ya batarsa?
Anam, bunlar nasıl yuva kuracak, nasıl ev geçindirecek, herşey ipin üstünde. Al bizimkilerden de o kadar.
Bak, bak, bak Saime, ay ne güzeeeeellll, kendi yapmış besbelli, kıza mı hediye edecek ne?
Hediye etse ne olacak? Yarın ayrılınca geri ister, ya da kız, görüp de hatırlamayayım diye atar.
Amaan ne bedbin oldun sen!


***

Kızım, kimdi bakalım o oğlan.
Bi arkadaşım, Safiye Teyze.
Ne getirmiş bakayım.
.... (gösterir)
Amanın ne değişik bir şey., süs mü bu?
Hayır teyzecim, takı askılığı. Küçük bir ağaç kökünden yontmuş ve boyamış.
Aaaa kendisi mi yapmış?
Evet teyzecim... Bak, böyle yere oturuyor, dallarına takı takı takabilirsin, istersen süs diye de kullanabilirsin.


***
Aşık mı oluyorum ne? O kadar sakınıyorum ki kendimi aşktan... Ama sanki o biraz başka... Esrarengizliği mi, tersine işleyen kafası mı, değişik esprileri ve şaşırtmacaları mı? Bana çok yakın ama bir o kadar uzak. Çoğu yemek yiyelim, kahve içelim deyip yakınlaşmaya çalışır. Hiç öyle bir hareketi yok. Ben bu şeklinden mutluyum ama arada onu düşünürken yakalıyorum kendimi.


***

Ruhumu anladığını sandım. Onu ben sandım. Yarım kaldım. Yarımı yok saydım bazen, bazen döne döne aradım.


***

Gel de anlat şimdi hikayeyi... Hiç niyetli değildim anlatmaya, yok ille de sen anlat. Neymiş en yakın şahit benmişim, görev benimmiş. Masayım lan ben! Yoook... Bu insanevladı aklına bir şeyi koydu mu, ille de olacak. Yine Beni'nin hatırı kırılmasın diye kolları sıvadım, yoksa ııııy hiç işim olmayan insan zevzeklikleri, gelip tepemde konuşuyorlar da kulaklarımı tıkıyorum: ay amaan ne zor bir hayatları varmış, nasıl da mutsuzlarmış, nasıl da herkes onların kuyusunu kazarmış da, nasıl da bahtsızlarmış. Gelip hepsi aynı şeyi söyler, hiç de "ulan nasıl da yedim haklarını, bastım, ezdim geçtim." diyenini duymadım: daimi mağdur: "insan". Bak, iki laf ettim sinirim bozuldu. Ne diyordum... ha Beni... Beni'yi o da belki de daha yakınımda olduğundan diğerlerinden ayırırım. Bazen evladım gibi gelir. Onun çabası olmasa ona da ısınabileceğimi sanmıyorum ya, bi şekilde fethetti gönlümü. Tuhaf kızdır vesselam, herşeyle konuşur, isim verir, böylesini görmedim. Gelir arada okşar, ooov diye sever beni. Ne yalan söyleyeyim, hoşuma gider, ağrıyan bacağıma da iyi gelir. Şu beni yapan marangozu bulsam iki çift lafım var. Beni yaptığı meşe ağacı yetmeyince sol bacaklarımdan birini çam ağacından taktı. O bacak arada ağrıyıp kendini belli etmese, bi de insanların konuşmalarını duymasam, aslında bayağı memnunum hayatımdan. Yalnız biraz üzgünüm son günlerde, Beni için. Aman aşk acısı, unutur da yine de üzülüyorum işte. Flörtlerine şahidim Yüzde Yirmi ile. İyi anlaşıyorlar, aynı dilden konuşuyorlardı. Ne zaman iş aşka geldi, gidişat bozuldu. Beni, onu daha çok görmek istedi, Yüzde kaçtı. Beni'nin isteği, sevgisiydi. Yüzde sevginin sadece beraberken olduğunu, ayrılınca herkesin farklı anlayışı, yaşamı olduğunu söyledi. Beni ona güvenmek onu tanımak istedi. Yüzde kim kimi ne kadar tanıyabilir? dedi. Beni, aramak istedi, aramadı, ya sıkılırsa, istemezse dedi. Yüzde de aramadı. Sonunda aradı Beni ve dedi ki; benimle misin? Yüzde, benim ve senin ayrı alanlarımız var, bu alanların kesiştiği noktada seninleyim. O alanda yüzde yirmidir, dedi.

Sevgi İkinci

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder