Fazıl Say ateist olduğunu ilan ediyor twitterda sadece bunu değil, okuduğu, etkilendiği, düşündüğü ne varsa yazıyor ama bunlar birilerine ağır geliyor. Sorgulamak mı, dini mi, o da ne? Dinde sorgulamak yok ama kabul etmemek de yok. Yani hiçbir şekilde dışına da çıkamazsın. O sorguladığı için bir kişi şöyle sesleniyor, "bu dinsizleri Hitler gibi sabun yapmak istiyorum." bu istek önemsizce kaydediliyor bir yerlere... İnsanlık suçunun savunucusu herhangi bir ceza almadan sıyrılıyor ve muhtemelen devam ediyor içindeki nefreti büyütmeye. Başkaları onunla aynı şeylere inanmıyor diye.
***
Cüneyt Özdemir'in bir köşe yazısını okuyorum, başbakanın kızını anlatıyor, diyor ki, o da siyasete atılabilirmiş, dış seyahatlere babasının danışmanı olarak katılıyormuş ama o çok başkaymış çünkü piyano çalıp şan dersleri alıyormuş, ileride başörtülü başbakan görürsek şaşırmayalımmış. Asıl şaşıran kendisi gibi geldi bana, bizi de ikna etmeye çalışıyor, bir de, "ben ne zaman başörtüsü desem bu birilerine dert oluyor" deyip ekliyor, "başörtüsü meselesini bu insanların ucuz tepkilerine aldırmadan tam da bu şekilde yaşayarak ve konuşarak normalleştireceğiz" Bu cümleyi, siyasi bir partinin görüş kardeşi, savunucusu olarak da alabilirsiniz, bir sorunu kabul eden, sorunun çözülmesi için bunu oturup konuşmalıyız, diyen insani bir yaklaşımın sonucu olarak da. Ben ikincisini tercih etmiştim, ta ki 2 gün sonraki Fazıl Say hakkında yazdıklarına kadar... Gazetecilerin, medyanın taraflı tutumu mu yoksa beni uzaklaştıran... doğru bilgiye ulaşamadıktan sonra, okumak da anlamını yitiriyor sanki
***
Sabahattin Ali'nin o güzel öyküsü tam da zamanında düşüyor önüme. Sabahattin Ali, Türk yazının okuduğum en samimi, en duru, en insan yazarlarından. Onu her okuduğumda içime işler, derinlere yolculuk yaptırır ve hep aynı şeyi düşünürüm: "Sırf komünist diye Türk yazınına böylesine değerli katkısı olmuş bir yazarı görmezden gelir, ders kitapları. Edebiyat derslerinde yokmuş gibi davranılır, bana göre "dev" Sabahattin Ali'ye. Ne güzel de söylüyor acıklı öyküsünde, ne çok insanı tanımlıyor, bana nasıl da kendimi hatırlatıyor: "Hayatım tasavvur edilemeyecek kadar manasız ve boş geçiyordu. ... Ruhum kütleşmişti, gazeteleri merak etmez, konuşmaktan hoşlanmaz, basık tavanlı bir meyhanede bir arkadaşla birkaç kadeh içip gevezelik etmekten zevk almaz olmuştum. ...Hayat sanki sadece gözlerimin eriştiği yerlerden, içinde yaşadığım zamandan ibaretti. Sanki dünyada beni işime götüren tozlu ve çamurlu yoldan, kerpiç duvarlardan ve ne söylediklerini yarım saat sonra bile hatırlamaya imkan olmayan birkaç iyi kalpli arkadaştan başka bir şey mevcut değildi."
Okumak hiç olmadığı kadar akıcı sanki, bu Sabahattin Ali'nin gücü.
Evet, ruhlarımız hepten kütleşti bu sevgisiz, mutsuz güruh içinde. Gazeteleri okudukça nefreti katmerleyenleri görmek, dalkavukları görmek insanın canını nasıl da acıtıyor. Üstüne gündemden kaçıp sığındığın kendi dünyanda da kötülükleri görmene rağmen hiçbir şey yapamamanın acizliği ile her şey tadını tuzunu yitiriyor.
Yine de sen çok yaşa Sabahattin Ali. Yaşamını senden çok ucuza, acımasızca aldılar ama sen ne güzel yaşıyorsun o güzel insanlığınla.
Ne fena, bu yazıyı iki yıl önce yazmıştım, tam da bitirememiştim. Şimdi bakıyorum, gündemde hala nefret var.
Sabahattin Ali öyküsüne aşağıdaki linkden ulaşabilirsiniz.
http://www.cafrande.org/?p=39089
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder