Sonra, aylar sonra Auckland'ın küçük yeraltı sinemasında Mustang'in gösterimde olduğunu görmek sevindirici oldu. Adı Academy Cinemas olan bu küçük sinema, festival filmelerini, kaliteli ama gişe için yapılmamış filmleri, vizyon tarihlerine aldırmadan yayınlar, yönetmen haftaları düzenler, seyirciye ne görmek istersiniz diye sorar, çarşambaları beş dolara sinema izletir.
Akademiden bahsederken, aklıma bir zamanların Alkazar sineması geldi. Sen ne güzeldin Alkazar! Nasıl kıydılar sana? İstanbul'da canımın acıdığı bir başka gündü, o senin gittiğin gün. Seçtikleri filmler izlemeye lezzetli, binası muhteşem güzeldi. Niye?, sorusunu bana en çok sorduran yerdir, ülkem.
Neyse, konuya döneyim. Academy'nin internet sitesinde Mustang'i ''yılın en iyi filmi'' diye tanıttıklarını görünce gururlandım, ne yalan söyleyeyim.
Sonunda da zamanımı ayarlayıp izledim filmi, Kiwi, yani buralı ev arkadaşımla beraber. İki yıldan fazla zamandır hem ev arkadaşım, hem de zamanla yakın arkadaşım olduğundan Türk kültürüne de ilgisi artmış olduğundan merakla geldi filme. Öncelikle yabancı bir ülkede kendi dilinde bir film izleyip İngilizceyi altyazı olmak, niye bilmiyorum ama garip bir mutluluk veriyor. Amaa...
''Film öyle bizi anlatıyor ki utanmamak elde değil,'' kurduğum ilk cümleydi. Hikayedeki namusun arandığı yer, kızların nasıl davranacağının belirlenmesi ve namus bekçiliği, başkalarının ağzına bakarak hükümde bulunmak, başkalarının düşünceleri, başkalarının kararları, kadının değeri, değersizliği... tümüyle içinden geldiğimiz kültürün parçaları. Yaşadığımız ya da çevremizde yaşayanları gördüğümüz ya da en azından yaşanma ihtimali verdiğimiz olaylar, olanlar zinciri. Hangisini reddedebiliriz. Hangisi olamazlar içinde anlatılanların?
Komşusundan duyduğuna inanıp çocuğunu bekaret testine götürmek, kız çocuğunu okula göndermemeye keyfi bir şekilde karar vermek, evlendirmeye karar vermek, eve kapatmak, evi zindana çevirmek... Ya da bunların olmadığı ama olma ihtimalini sürekli ama sürekli sana fısıldayan o baskı sistemi... O baskı ile yetişmek ve bir anda fark etmeden aslında çevreden söylenenlerin en önemli şeyler haline dönüşmesi ve o kısır döngü. Sonunda onlardan biri olmak belki de...
Kiwi arkadaşımın ilk yorumunu tam hatırlamıyorum, hatırladığım verdiğim cevap; ''hayır'' diye açıklamaya çalışıyordum, ''Böyle şeyler olabilir, olma ihtimali vardır ama bu her genç kızın bunları tecrübe ettiği anlamına gelmiyor.'' Ama yine de açıklamak, tam anlamıyla ne hissettiğimi aktarmak çok zordu benim için.
Sonra da kendimi ülkemin, kültürümün o hep eleştirdiğim yanlarıyla çırılçıplak kalmış hissettim. Biraz rezil olmuş gibi yani. ''Ne pisiz biz'' dedim, ''al işte tüm pisliğimiz döküldü meydana.'' Aynı o eleştirdiğim başkaları ne düşünür insanı gibi görüp, ''bak bizim o pis yanlarımızı hep gördüler'' gibi bir his.
Ardından Deniz Gamze Ergüven'in bize bu sorgulamaları yaptırabilecek çok samimi bir film çektiğini anlayıp sevindim. Filmdeki neye baksam -iki sahnesi hariç- gündelik, her gün olan şeyler. İşte o derecede de yüzleşmemiz gerekenler... Üzerine tartışmamız, eleştirmemiz, kendimize bakmamız ve artık çekinmememiz... Keşke Türkiye'de bu konuları, böyle filmlerle, sanat eserleriyle tartışmaya açacak bir çevre olsa. Bunlar konuşulsa, tartışılsa...
Kiwi arkadaşıma tekrar sordum, ne düşündün filmle ilgili diye. ''Türkiye'nin düşündüğümden sofistike olduğunu düşündüm,'' dedi. Medyayla aklına kazınan neyse artık, siz düşünün. ''Bir erkeğin kadına nasıl yaşaması gerektiğini söylemesini anlayamıyorum,'' dedi. Katılıyorum. Bu arada, aynı derecede olmasa da batı kültürlerinde de bu durumların, yani nasıl yaşayacağının erkekler tarafindan dikte edildiği örnekler var ama bizdeki onlardakinin on katı gibidir, sanıyorum. Kadınlarca da kabul gördüğü için aynı işler yürüyüp gidiyor. ''Ama kararlı olursan bu tür durumlardan kurtulabilirsin, mesajının verilmesi de güzel,'' dedi. E güzel yorumlar yani.
Bana tuhaf ve komik gelen ise bu filme Fransız filmi denmesi! Niye? Yönetmen kendini Fransız hissediyor ya da yapımcıları arasında Fransa da var. Yapmayın. Film, yabancı biri çekmiş olsa bile bir Türk filmi, yani en azından bana göre öyle. Gülüyorum. Önce futbolcuların transferiyle başladı bu sanırım, sonra atletler. Parasını veriyorum, benim oluyor. Olmuyor işte. Olamıyor. Para herşeyi satın alamıyor. Türkiye'de bu filmi Oscar'a gitmek için sahiplenmemiş. Canım sen de istersen sahiplenme. Film seni anlatıyor.
Filme ve ekibe başarılar dilerim. Umarım Fransa'ya Oscar getirirler. Sonuç olarak başarıları ödüllendirilmiş olur. İzleyin
Bu da filmin fragmanı; her yerde var gerçi de, burada da renk olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder