7 Mayıs 2016 Cumartesi
Patlayan Çekirdekler
Biliyorum, bu saçmalığı yazıp gönderdikten hemen sonra pişman olacağım, çünkü heyecanım sadece beş dakika sürecek. Beş dakika sonra sanki bir kazan sıcak su, başımdan aşağı dökülmüş gibi hissedeceğim - bunu, örümceğin ağını kurmayı bildiği gibi biliyorum -. Özellikle yüzüm yanacak, içeriden, şiddeti artar ya da azalır gibi değil, öyle aniden gelip kalan bir yanma. İşte o yanma benim ayaklanmama neden olacak. Gönderiyi geri alamayacağımı bildiğim halde, almaya uğraşacak, nasıl oluru araştıracak, gidip bir şeyler yiyecek, etrafta dolanacak, camı açacak, dolabı karıştıracak ve bir şeyler daha yiyeceğim. Daha sonra, yaptığım işin olumlu yanlarını da düşünüp “neyse, en azından içimde kalmadı,” diyeceğim ama içimdeki yanma bir süre daha devam edecek. Ta ki senden bir cevap alana kadar!
O da yetmez ki!
Senden olumlu bir cevap almam gerek.
Umudum da yok.
Odanın içinde ilk göze çarpan renkler ve diğer eşyalarla karşılaştırıldığında devasa denilebilecek olan masaydı. Selda, özenle seçilmiş masa lambasının hesaplı ışığında oturmuş, önünde açık bilgisayarı ile konuşuyor muydu, yoksa bir düşünce eylemimiydi bu? Neydi odadaki renklilik, tıklım tıkışlık ve düzenliliğin bize söylediği? Mutlaka bir yalnızlık vardı ortada.
Peki, yine de yazacak mıyım? Konuşamaz mıyım mesela?
Cesaretim yok.
Konuşmak, daha iyi bir fikir aslında.
Bir iki hamle yapar, olmadı, hop hop hamleleri kıvraklıkla geri alabilir, ‘Şaka yaptım’, ‘Hemen de atladın!’ gibi iğrençleşebilirim.
Yok, yok. Yazmak daha iyi. Düşüncemi en iyi yazarak ifade edebilirim. Konuşma insanı değilim ben.
Konuşursam hepinizi yakarım!
Şaka şaka, bilmiyorum ben konuşmayı.
Alımlı bir kızdı Selda, tatlıydı, hoş sohbetliydi ama çok da utangaç ve sıkılgandı. Çabuk ısınamaz, bir kere ısındı mı da kolay bırakmazdı. Bu özelliği zaman içinde ona çok dost kazandırmış ama aşkı bulmasına yardımcı olmamıştı. Belki de o ısınmayı başardığında karşı tarafı soğutmuştu.
Yahu ne var bunda bu kadar büyütecek? Hepi topu ‘ben senden hoşlanıyorum’ diyeceksin ya da ‘evlenelim mi?’, ‘ya çocuk?’
Tamam, tamam o kadar da abartma hemen.
Hayatta sevmekten daha doğal bir şey yok. Diyeceğin şey, ‘Senden neff-rett ediyorum!’’ olsa, işin çok kolay öyle mi? Milyonlarcası dışarıda rahatlıkla nefret ediyor diye, senin birinden hoşlanman çok mu aşırı ve tuhaf kaldı?
Bak hem, sen hoşlanıyorsun diye karşındakinin de hoşlanması gerekmez. Bir reddedilme olasılığına karşılık bunca gerginlik gereksiz. Rahatlat şu kafayı artık.
Düşünceleri arasında internette dolanıyor ya da internet gezintileri arasında düşünüyordu.
Sim’e yazayım, bir fikir verir belki.
Sim : Kızım saçmalama, çok da emin değilsin sen duygularından.
Peki Dero ne der?
Dero : Sat anasını, evini biliyorsan, direk evine git.
Cimco?
Cimco : Heyhehehey, hayatımda gördüğüm en komik kızsın!
Çok sinir bozucusunuz.
Kapı çaldı. Kim ki bu saatte? Oh kurtarıcı kapı! Tam zamanında geldin. Boğulmuştum düşünmekten.
Birisi o kadar hızlı ‘’Tutuklusunuz” dedi ve öteki kelepçeyi takmak üzere kollarını kaldırdı ki, Selda’nın ‘’Nasıl yani?’’ sorusu kuş oldu uçtu. ‘’Evi arayacağız,’’ dediler. Arama emrini şöyle bir gösterip o daha okuyamadan aramaya başladılar.
Hiç direnmedi, bağırmadı, sorgulamadı. Bir şok yaşıyor olmalıydı. ‘’Sizi karakola götüreceğiz, savcı gece gelmezse yarın da mahkemeye çıkarsınız,’’ dediler. Ne demekti tüm bunlar?
Uslu uslu karakola doğru yola çıktılar. Yani uslu olanın Selda olması elbette işleri kolaylaştırıyor olmalıydı. Tam bir, orada olup da olmama hali içindeydi Selda. Bedeni, etrafını saran dört adet polisle yürüyor, benliği ise tam bir sarhoşluk, bir kafa güzelliği yaşıyordu.
Polislere ‘Yahu beni niye alıyorsunuz, ne suç işledim?’ diye bile sormamıştı. Cevap alamayacağına mı inanıyordu? Zaten ne yapmış olabilirim ki, bir yanlış anlama olmalı bütün bunlar mı? Yok yok düşünceleri hepten tutulmuş olmalıydı.
Kolları kelepçelerle bağlı, polislerle yürürken aklını çılgınlar gibi kurcalayan malum kişiyi kısa bir süreliğine unuttuğunu fark edip polislere teşekkür etme isteğiyle yere dönük suratını gülümseyerek kaldırınca, ‘’Yok, kesin bende bir arıza var.’’ dedi kendi kendine.
Polis arabasına bindiklerinde Selda düşünmek için uygun ortamı bulmuştu.
Derin düşüncelere dalmak için çok gürültülü bir yer, çok sessiz bir ortamla yarışır. Burası gürültülü olandı elbet. Telsiz anonsları, polislerin birbirleriyle bağırtılı konuşmaları, telsizden fırsat bulduğunda çalışan radyo… Selda, aniden beynine şimşek gibi çakan harika bir fikirle ‘Bu bir işaret olmalı!’ dedi. Çözüm bulmanın heyecanıyla neredeyse polisleri öpecekti. Neyse ki polisler kendi halleriyle pek meşguldü de onun yüzündeki dalgalanmaları fark etmiyorlardı.
Hayata bak! İşte hayat bu! Bir gün kapın çalar ve polisler seni tutuklar. Bir gün ölümcül bir hastalığa yakalandığını öğrenirsin. Bir gün şu karşıdan ışıkları gözüne batan araç gelir senin aracına bindirir. Sabah şuradan bir çıkayım, hemen gidip konuşacağım. Molamda onu dondurma yemeye götürürüm. İşte seni bu dondurmayı sevdiğim gibi seviyorum, derim. Iıyy, çok sıkıcı ve mide bulandırıcısın Selda! Tamam ya, öyle demesem de olur.
***
Beyazları hemen kızaran yeşil gözlerinden yorgunluk akıyordu ama halinden memnun gibiydi. Fuarda güvenlik görevlisi olarak çalışıyordu ve üzerinde hala iş kıyafetleri vardı. İnce, uzun boylu güvenlik görevlisi sorgu sandalyesine kıvrılmış, polise ifade veriyor. Bu da haliyle tuhaf bir görüntü oluşturuyordu. Çetin’in yüzünde kendinden emin bir ifade vardı. Yaptığını pekala beğenmişti. Polis sordu:
Hangi terör örgütü?
Örgüt bağlantım yok.
Bütün bilgiler elimizde. Bir şey saklamanın faydası yok.
Saklamıyorum. Eylemi ben gerçekleştirdim.
Eylemi kız arkadaşınla mı planladın?
Kız arkadaşım?
Çantayı bıraktığın kız
O, kız arkadaşım değil.
Onunla mı planladın?
Hayır. Onun bu olayla bir ilgisi yok. Tamamen tek başımaydım.
Hep öyle derler.
O arada bir başka polis içeri girip sorgu polisine bir şeyler fısıldadı ve bir zarf ile birkaç evrak verdi.
Kız arkadaşını da getirmişler. Hadi inkar etme, en az on yıldır tanışıyormuşsunuz.
Onun bu olayla ilgisi yok.
Çantalardan biri onun sorumluluğu altındaki bölgede patladı.
Bu hiçbir şey demek değil.
Yarın mahkemeye çıkacaksın, orada kurtarırsın kız arkadaşını. İmzala şu tutanağı şimdi.
Sorgu polisi Çetin’i sorgu odasında kilitli bırakıp zarfın içindeki kaydı izleyebileceği başka bir odaya geçti ve kaydı izlemeye koyuldu.
Herkese Merhaba,
Uluslararası Fuar alanında, kahve sanatları fuarının son gününden bir önceki gece, alanda kimsenin olmayacağı saatlerde, gece dokuz gibi düşünüyorum, olan patlamayı planlayan ve gerçekleştiren benim. Bu görüntülerin de sizlere patlamadan yaklaşık üç saat sonra ulaşması gerekiyor. Eğer öyle olmuşsa hala biraz basın ve medya özgürlüğü var demektir. Herhangi bir örgüt bağlantım ve bu işten herhangi bir çıkarım yok. Bu nedenle büyük ihtimalle siz bunları izlerken ben çoktan tutuklanmış olacağım.
Eylemi kahve üretiminde çalışanların düşük ücretlerine ve kölece çalıştırılmalarına dikkat çekmek için gerçekleştiriyorum. Son on beş yıldır kahve, çeşitli nedenlerle hayatımın bir parçası oldu. Özellikle son üç yıldır ise hayatımın her anı. Üç yıl önce kahve yetiştiren ülkelerden birine giderek gönüllü olarak kahve tarlalarında çalıştım. Orada çalışanlarla dostluklar kurdum, hayatlarını gördüm. Yaşamları sadece çalışmaya dayalı bu insanlar sabahın ışığı ile kalkıp akşam gün kararana kadar çalışıyor ancak yine de yaşamlarını sürdürebilmek, temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için yardıma muhtaç oluyordu. Oysa sabah işlerine giden insanların bardaklarında seyahat eden de, işte bu işçilerin gece gündüz çalışıp ürettikleri kahve değil mi? Yani onların ürettikleri değerli, çalışmaları bize o nefis kahveleri ulaştırıyor. Fakat tarladan, o bardaklara ulaşana kadar bu ürün öyle bir fiyata ulaşıyor ve bu öyle iştah kabartıyor ki, kahve sektörü büyüdükçe büyüyor ama işçisi bundan zerre faydalanamıyor. Bütün bunları idrak edip de burada bir yanlış var diye haykırmamak elde değil. Peki bu haykırışı kim duyacak? Bugüne kadar çeşitli girişimlerim oldu ama ne yazık ki bilgilendirme sınırlı kalıyor ve beraberinde hiçbir hareket getiremiyor. Oysa eminim insanların çoğu gerçek bilgiler edinebilse birlik olup pek çok şeyi değiştirebiliriz. Evet, insanları etkilemek için onları biraz durdurmak gerekiyor. Çünkü yaşamlarımızın gidişatını etkilemeyen veya yakından tanıklık etmediklerimiz için gerçekten düşünmüyor, gerçek acılar duyamıyoruz. Söz konusu ticaret olunca ise sesler iyice gürültüye boğuluyor.
Patlamaya neden olan bir ses bombasıdır. Patlama saatini, fuar alanı o saatte tamamen boş olacağı için seçtim. Böyle bir eylem yapmak hayatımda yapmayı düşüneceğim bir şey değildi ancak bu sene kahve sanatları fuarına cam sanatçılarının katkıda bulunuyor olması ve benim ses duyurma çabalarım aklımda böyle birleşti. Bu eylem sonunda umarım sizler içtiğiniz kahvelerin üreticileri de olduğunu hatırlarsınız. Biliyorum, bazılarınız, ‘Dünyada haksızlık edilen sadece kahve işçileri mi?’ diyecek. Ben de diyorum ki, bir başıma ancak bu kadarını savunabiliyorum. Cam işlerinizi kıracağım için şimdiden bütün sanatçılardan özür diliyorum. Keşke her gün bizim değil de başkalarının acılarını içtenlikle duyabileceğimiz bir beş dakika ayırsak, belki bunun kendimize de yararı olurdu.
***
Simsiyah uzun saçları balıksırtı örülmüş, bordo çerçeveli gözlükleriyle ‘işini ciddiyetle yapan biri’ görüntüsü ile kahve yapıyordu Selda. Önce kavrulmuş kahve çekirdeklerini öğütücüde çekiyor, öğütülmüş kahveyi doldurduğu aparatı kahve makinesine geçiriyordu. Sıcak su yavaşça çekilmiş kahvenin arasında gezinip süzülürken, o da bir yandan sütü kaynatıyordu. Sütü bu kahvenin üzerine dökerken bir ebru sanatçısı gibi özenle resmini çiziyordu.
Aa Selda?
Selda işini bıraktı. Sevinçle sarılırken,
Çetin! İnanmıyorum.
Nasılsın? Burada mı çalışıyorsun?
İyiyim, iyiyim. Evet burada çalışıyorum. Üç yıl oldu neredeyse. Asıl sen nerelerdesin? En son yurtdışına uğurlamıştık seni.
Evet, yeni geldim aslında. Boş durmayayım dedim. Burada fuarın güvenlik işlerine bakacağım.
Aa ne güzel, dört gün beraberiz o zaman.
Bir şey rica edebilir miyim? Çantamı sana bırakabilir miyim?
Tabi, şu arkadaki dolaba koyalım.
Ne zaman mola veriyorsun?
Bir saat kadar sonra.
Seni almaya geleyim mi?
Olur kahve içmeye gideriz.
Gülüştüler.
Onu almaya geldiğinde Selda makineden geçirilmiş kahve fincanına, sütü dökerken resim çiziyordu.
Kuş mu o?
Bülbül
Hoş olmuş. Gül de var mı?
Evet var. Bülbülle gül ayrılır mı?
Güzel görünüyor. Biraz duraladıktan sonra: Yine de kahve sanatlarını sevmiyorum ben. Resim yapmaya çalışırken kahveyi soğutuyorlar. Ben de soğuk kahve sevmiyorum.
Bence asıl iş orada. Sanatını hızlı yapmakta. Hem resmini çizeceksin, hem kahveyi soğutmayacaksın. Zaten yarışmada hız da değerlendiriliyor.
Yoksa sen de mi yarışmaya katılıyorsun?
Evet, işte bu bülbüle çalışıyorum, bir de gül olacak.
Anlamlı. Yarışma ne zaman?
Fuarın son günü
Hımm
Ne oldu? Hoşuna gitmedi mi?
Yok canım. Hadi yemeğe gidelim.
***
İşte o anda orada olmalıydın! Muhteşem bir görsel şov gibiydi. Her yer tatlı mavi ve beyaz ışıklarla aydınlatılmış. Etrafa yayılan cam ve kahve çekirdekleri aralarında bir şölen yaptılar.
Ne saçma şey. Bir sürü zarar verdi etrafa.
Yani zarar var da. Çok güzel bir görüntüydü. Ben şanslı sayıyorum kendimi.
***
Binanın bodrum katında bulunan karakolun nezaret odaları karanlık ve soğuktu. Ayrı ama yan yana hücrelerde olduklarını anlayan iki arkadaş konuşmaya başladı. Selda kendi kendine kıkırdadı,
Kendimi gülmekten alamıyorum.
Gülme lütfen, ben çok gerginim.
Hayat çok enteresan değil mi? Akşam boyu aklımdan geçenleri düşünüyorum da. Olacak iş değil. Gerçi bu sadece benim geçerli tabi.
Çok çok özür dilerim, Selda. Senin burada olmaman gerekirdi. Ben seni de içeri alacaklarını düşünemedim. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Özür dilerim. Bunu telafi edeceğim. Umarım sırf eski arkadaşlarız diye sana ceza vermeyecekler.
Eski arkadaş sözünü duyan Selda, düşünceli bir tonla,
Sahi, öyleyiz değil mi?
Bundan korkuyorum ben de.
Neden korkuyorsun ki?
İşte sana ceza vermelerinden. Oysa benim yapacağımdan haberin bile yoktu.
Benim bu işle bir bağlantım olmadığı ortaya çıkar hemen de. Sana çok ceza verirler mi?
Kısa bir süre olacağını sanmıyorum. Planlı bir eylemdi ve üstüne bayağı bir maddi zarar oluşmuştur. Beni öyle kolay bırakmazlar.
Ne delilik! Böyle bir şey yapacağın hiç aklımdan geçmezdi.
Ben bile kendimden beklemezdim. İçimde o adam varmış demek ki. İnandıklarımın peşinden gitmek diyelim. Belki anlatırım bir gün daha uzun uzadıya.
Ben o günü beklemeyeceğim.
Anlamadım.
Sen gitmeden de vardı ama seni yeniden gördüğümde böyle alevleneceğini bilmiyordum. Belki bu sefer beraber geçireceğimiz zamanın kısıtlı olmasından kaynaklı bir aceleciliktir. Her neyse. Başka türlü çıkmayacak ağzımdan, bunu bugün söylemem gerek. Sen gülsün, ben de bülbül!
Ne?
Duydun işte!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder