18 Nisan 2012 Çarşamba

Bungy-Jumping Ve...




Annem haklıydı: Bunu çok sonra anladım tabi.

Küçüktük, çok küçüktük, Selma vardı, okuldan arkadaşım. Bize gelmişti, annem hiç mi hiç sevmemişti onu. Arkadaş olmamızdan hoşlanmamış ve en azından benim onların evine gitmeme engel koyabilmişti. O bize gelebilirdi ama hiç gelmese de iyiydi.

Bir apartmanın dördüncü katında oturuyoruz, o küçük kasabanın yeni binalarından, üç odalı ünvanlı olup şekilsiz, ancak bizim oyunlarımızın sığabildiği balkonları olan... Balkonlar yarıya kadar duvar, yarıdan sonrası demir parmaklık...

Bir gün bize geliyor Selma. Annem evde yok, sadece ben  ve benden 2 yaş küçük kız kardeşim. Oyunlar oynamış olmalıyız beraber, mutlaka öyle olmalı. Sonra değişik bir oyun öneriyor Selma bize, önce kendi oynuyor... Balkonun demir parmaklıklarından dışarı çıkıyor, tüm vücuduyla, ayakları balkonun dışından  balkon duvarının üzerinde, elleri demir parmaklıklara tutunmuş... Rüzgarda dalgalanıyor sanki Selma... Elleri ve ayaklarıyla bağlı, sıkı sıkıya tutunmuş, gövdesini havalandırıyor sadece, sadece meydan okuyor...


Yıllar sonra...

Bungy Jumping...

 "Mutlaka yapılmalı" listeme almışım ama çılgınlar gibi korkuyorum... Üstüne son yıllarda gelişen yükseklik korkusu gelmiş, başım dönüyor yükseklerde... Yeni Zelanda'ya kadar gelmişsen bu ülkenin en popüler aktivitesini de yapacaksın, değil mi ya? Bu gel-gitteyim...

"Tamam yani buradayım elbet bir gün atlayacağım", derken...

Demet, Bülent ve ben Rotorua'dayız, ertesi gün planı Taupo'ya gitmek. Demet diyor ki, "Arkadaşlar hep Bungy-Jumping'i hep Taupo'da yapıyorlar. Fotoğraflarını gördüm, çok güzel, Kuzey adanın da en iyi Bungy-Jumping alanıymış. 

Çok sevdiğim bir arkadaşım bungy benzeri bir atlayışı zaten yapmış olduğumu iletmişti,Yeni Zelanda'ya gelerek... Neredeyse Türkiye'ye en uzak ülkeye, sevgili ailemi, çok sevdiğim arkadaşlarımı, işimi, düzenimi bırakarak gelmek," bungy" olabilir mi?

Bungy yapılacak alana geldik, sevgili Demet ve Bülent ile... O kadar güzel bir yere kurulmuş ki alan... Atlayacağımız platform 47 metre yüksekte... Taupo Gölü'nden kaynak bulup Pasifik'e dökülen Yeni Zelanda'nın en uzun nehri Waikato River, dirsek yapmış, bu 47 metrelik uçurumun altında... Etraf koyu yeşil renklerde...  suyun rengi bile... O kadar etkileyici bir güzellik ki... Bir de korku olmasa...

Bir gece önceden beri ben nasıl atlayacağımı düşünüyorum, içim ürperiyor. Demet kesin kararlı, ben "Biraz daha düşüneyim", diyorum. Bülent de, "Hiç aklımda yoktu ama gelmişken ben de mi atlasam", sorusuyla meşgul.

Sonunda Bülent "Ben de" dedi.

Çok yüksek bir yerden atlamak... korkular... yaşın getirdikleri... korku... öğrenilmiş bir duygu, deneyle sabit... bunu bunca hissetmek... her gün birşeyler daha çok korkutuyor... korktukça korkuyor, korkmaktan sıkılıyorum, bir kıskacın içinde hissediyorum, alan gün be gün daralıyor, artık nefes alamıyorum, ben bunalıyorum, sen bunalıyorsun, çıkış bulamıyoruz, off...

Bir anda ışık yandı, aydınlığın gülümseyen suratı... tabi ya... hayatı ciddiye almaktan, kendini fazla önemsemekten oluyor bunlar... dayatılıyor sana yaşam... "en" olmaya zorlanıyorsun... en başarılı... en çalışkan... en zeki... en güçlü... kocaman bir "en" yarışı... yarışın yalnızlığı... bazı işleri kotarıyor, bazılarını beceremiyorsun... beceremeyince kendini eksik hissediyor, başardığında onu kaybetmekten korkuyorsun... sonuçta sana, işine, yaptıklarına bir saygı var... kısaca kendini bir şey zannediyorsun... işler illaki bu yolla ilerlemek zorunda değil... bazen ananın seni çok sevmesi bile senin kendini dünyanın en önemli kişisi sanmana neden olabilir... bu da olması gereken belki... sevdiklerimizle dünyanın en önemli kişisi olsak ve aslında bilsek hiç de öyle olmadığımızı... daha az zahmet, daha az yarış, daha az kırgınlık... nesin ki? dünyada bir zerreden ibaret... doğumla ölüm arasındasın diye okumaktasın bu sözleri... yarın yoksun... gerçek bu... korkular... yersiz... bi de ne ki korktuğun? az sonranı bilmeden yaşıyorsun....

"Ben de" dedim bi anda...

İsimlerimiz kaydedildi. Sağlık problemimiz olup olmadığı soruldu. Kilolarımız ölçüldü ve koyunlar gibi atlamak üzere sıraya girdik. Doğa muhteşem güzellikte ama biz heyecanın etkisine girmişiz çoktan... İki görevli, atlayacakları hazırlamak üzere en fazla iki kişiyi platformun uç kısmına alıyorlar. Bülent ve Demet önce girdiler uç bölüme... Bülent bir anda ilk atlayacak olanın kendi olduğunu fark etti, gülerek... ayakları bağlandı, göğüslüğü takıldı. Ben de kapıda bekliyor, heyecanla takip ediyorum olanları... Görevlilere sordum, ne sıklıkla atladıklarını... Erkek olan "I'm a chicken" diye yanıtladı. Hiç atlamamış. Kadın ise 80'in üzerinde atlayışı olduğunu, en son bir sakatlık geçirdikten sonra artık atlamadığını iletti. Heyecanı dindirmek için sorulan sorular tamamen boşaydı.

Bülent'in hazırlığı bitti. Ayağına bağlı ağır iple platformun tam kıyısına getirildi. Görevliler için her şey çok kolay 1-2-3 diyorlar ve kendini hemen, öyle aşağı bırakman gerekiyor. Bülent ilk sayımda atlamadı. Onu yüreklendirmeye çalışan ise tavuk gibi korkan görevli... ironi... İkincide artık Bülent büyük bir cesaretle bıraktı kendini aşağı... Çığlığı çok güzeldi... kesintisiz aşağıya inene kadar yükselip alçalmayan bir çığlık...

Eee sıra Demet'in... Bir anda fark ettik ki benim yüreklendirilmeye ihtiyacım var. Yer değiştirdik... ben ikinci olarak atlayacağım... hazırlanıyorum ama o atlama anı gözümde büyüyor... Uyardılar... Çeneyi göğsüne bastırarak atlamamızı istediler... Aslında atlamak değil, kendini aşağı bırakmak... ben kendi kendime talim yapıyorum, çabam heyecanımı bastırmak...belki de öyle daha çok belli oluyor...

İpimin çekildiği an... aşağı süzülme zamanı... ip çok ağır, kıyıya yanaşıyorum ip daha çok aşağı çekiyor... güçlüyüm kıyıda duruyorum. Görevli kameraya merhaba de diyor, bakıyorum ve hızla çeviriyorum kafamı... hemen sayıyor 1-2-3... hayır atlayamıyorum... yeniden 1-2-3 yine atlayamıyorum... yardım ister misin diye soruyor... önce hayır, sonra evet diyorum... sadece küçük bir dokunuşa ihtiyacım var... Bir yandan Demet "atla, nolucak, atla gitsin" diyerek sözel destek veriyor... ve o dokunuş bana varana dek ben atlıyorum... Üzgünüm gözlerimi kapattım... sadece atlarken olsa da... toplam süre çok kısa... saniye önemli...  zor kısım atlamak, sonrası gondola binmek ya da dönmedolapta oturmanın bir başka ve belki biraz daha hızlı şekli...

Bungy üzerine felsefe yapılacak bir şey değil aslında... sadece korkumun kaynağının kendimi önemsemek olduğunu fark etmek, hoşuma gitmedi. Meydan okumak istedim kendime... çok zordu...
ama atladım... "Selmaaaaaaaaaaaaa" diye.  

Yaşam sonuna dek yaşanmaya değer yalnızca... korkuyla kaybedecek vakit yok....

Sevgi İkinci



1 yorum:

  1. Bayıldım Sevgi, o kadar güzel anlatmışsın ki ben de ATLADIM :)) Füsun

    YanıtlaSil