Annem haklıydı: Bunu çok sonra anladım tabi.
Küçüktük, çok küçüktük, Selma vardı,
okuldan arkadaşım. Bize gelmişti, annem hiç mi hiç sevmemişti onu. Arkadaş
olmamızdan hoşlanmamış ve en azından benim onların evine gitmeme engel
koyabilmişti. O bize gelebilirdi ama hiç gelmese de iyiydi.
Bir apartmanın dördüncü katında
oturuyoruz, o küçük kasabanın yeni binalarından, üç odalı ünvanlı olup
şekilsiz, ancak bizim oyunlarımızın sığabildiği balkonları olan... Balkonlar
yarıya kadar duvar, yarıdan sonrası demir parmaklık...
Bir gün bize geliyor Selma. Annem evde
yok, sadece ben ve benden 2 yaş küçük
kız kardeşim. Oyunlar oynamış olmalıyız beraber, mutlaka öyle olmalı. Sonra
değişik bir oyun öneriyor Selma bize, önce kendi oynuyor... Balkonun demir
parmaklıklarından dışarı çıkıyor, tüm vücuduyla, ayakları balkonun
dışından balkon duvarının üzerinde,
elleri demir parmaklıklara tutunmuş... Rüzgarda dalgalanıyor sanki Selma...
Elleri ve ayaklarıyla bağlı, sıkı sıkıya tutunmuş, gövdesini havalandırıyor
sadece, sadece meydan okuyor...
Yıllar sonra...
Bungy Jumping...
"Mutlaka yapılmalı" listeme almışım
ama çılgınlar gibi korkuyorum... Üstüne son yıllarda gelişen yükseklik korkusu
gelmiş, başım dönüyor yükseklerde... Yeni Zelanda'ya kadar gelmişsen bu ülkenin
en popüler aktivitesini de yapacaksın, değil mi ya? Bu gel-gitteyim...
"Tamam yani buradayım elbet bir gün
atlayacağım", derken...
Demet, Bülent ve ben Rotorua'dayız,
ertesi gün planı Taupo'ya gitmek. Demet diyor ki, "Arkadaşlar hep Bungy-Jumping'i
hep Taupo'da yapıyorlar. Fotoğraflarını gördüm, çok güzel, Kuzey adanın da en
iyi Bungy-Jumping alanıymış.
Çok sevdiğim bir arkadaşım bungy benzeri
bir atlayışı zaten yapmış olduğumu iletmişti,Yeni Zelanda'ya gelerek...
Neredeyse Türkiye'ye en uzak ülkeye, sevgili ailemi, çok sevdiğim
arkadaşlarımı, işimi, düzenimi bırakarak gelmek," bungy" olabilir mi?
Bungy yapılacak alana geldik, sevgili
Demet ve Bülent ile... O kadar güzel bir yere kurulmuş ki alan... Atlayacağımız
platform 47 metre yüksekte... Taupo Gölü'nden kaynak bulup Pasifik'e dökülen
Yeni Zelanda'nın en uzun nehri Waikato River, dirsek yapmış, bu 47 metrelik
uçurumun altında... Etraf koyu yeşil renklerde... suyun rengi bile... O kadar etkileyici bir
güzellik ki... Bir de korku olmasa...
Bir gece önceden beri ben nasıl
atlayacağımı düşünüyorum, içim ürperiyor. Demet kesin kararlı, ben "Biraz
daha düşüneyim", diyorum. Bülent de, "Hiç aklımda yoktu ama gelmişken
ben de mi atlasam", sorusuyla meşgul.
Sonunda Bülent "Ben de" dedi.
Çok yüksek bir yerden atlamak...
korkular... yaşın getirdikleri... korku... öğrenilmiş bir duygu, deneyle
sabit... bunu bunca hissetmek... her gün birşeyler daha çok korkutuyor...
korktukça korkuyor, korkmaktan sıkılıyorum, bir kıskacın içinde hissediyorum,
alan gün be gün daralıyor, artık nefes alamıyorum, ben bunalıyorum, sen
bunalıyorsun, çıkış bulamıyoruz, off...
Bir anda ışık yandı, aydınlığın
gülümseyen suratı... tabi ya... hayatı ciddiye almaktan, kendini fazla
önemsemekten oluyor bunlar... dayatılıyor sana yaşam... "en" olmaya
zorlanıyorsun... en başarılı... en çalışkan... en zeki... en güçlü... kocaman
bir "en" yarışı... yarışın yalnızlığı... bazı işleri kotarıyor,
bazılarını beceremiyorsun... beceremeyince kendini eksik hissediyor,
başardığında onu kaybetmekten korkuyorsun... sonuçta sana, işine, yaptıklarına
bir saygı var... kısaca kendini bir şey zannediyorsun... işler illaki bu yolla
ilerlemek zorunda değil... bazen ananın seni çok sevmesi bile senin kendini
dünyanın en önemli kişisi sanmana neden olabilir... bu da olması gereken
belki... sevdiklerimizle dünyanın en önemli kişisi olsak ve aslında bilsek hiç
de öyle olmadığımızı... daha az zahmet, daha az yarış, daha az kırgınlık...
nesin ki? dünyada bir zerreden ibaret... doğumla ölüm arasındasın diye
okumaktasın bu sözleri... yarın yoksun... gerçek bu... korkular... yersiz... bi
de ne ki korktuğun? az sonranı bilmeden yaşıyorsun....
"Ben de" dedim bi anda...
İsimlerimiz kaydedildi. Sağlık
problemimiz olup olmadığı soruldu. Kilolarımız ölçüldü ve koyunlar gibi atlamak
üzere sıraya girdik. Doğa muhteşem güzellikte ama biz heyecanın etkisine
girmişiz çoktan... İki görevli, atlayacakları hazırlamak üzere en fazla iki
kişiyi platformun uç kısmına alıyorlar. Bülent ve Demet önce girdiler uç
bölüme... Bülent bir anda ilk atlayacak olanın kendi olduğunu fark etti,
gülerek... ayakları bağlandı, göğüslüğü takıldı. Ben de kapıda bekliyor,
heyecanla takip ediyorum olanları... Görevlilere sordum, ne sıklıkla
atladıklarını... Erkek olan "I'm a chicken" diye yanıtladı. Hiç
atlamamış. Kadın ise 80'in üzerinde atlayışı olduğunu, en son bir sakatlık
geçirdikten sonra artık atlamadığını iletti. Heyecanı dindirmek için sorulan
sorular tamamen boşaydı.
Bülent'in hazırlığı bitti. Ayağına bağlı
ağır iple platformun tam kıyısına getirildi. Görevliler için her şey çok kolay
1-2-3 diyorlar ve kendini hemen, öyle aşağı bırakman gerekiyor. Bülent ilk
sayımda atlamadı. Onu yüreklendirmeye çalışan ise tavuk gibi korkan görevli...
ironi... İkincide artık Bülent büyük bir cesaretle bıraktı kendini aşağı...
Çığlığı çok güzeldi... kesintisiz aşağıya inene kadar yükselip alçalmayan bir
çığlık...
Eee sıra Demet'in... Bir anda fark ettik
ki benim yüreklendirilmeye ihtiyacım var. Yer değiştirdik... ben ikinci olarak
atlayacağım... hazırlanıyorum ama o atlama anı gözümde büyüyor... Uyardılar...
Çeneyi göğsüne bastırarak atlamamızı istediler... Aslında atlamak değil,
kendini aşağı bırakmak... ben kendi kendime talim yapıyorum, çabam heyecanımı
bastırmak...belki de öyle daha çok belli oluyor...
İpimin çekildiği an... aşağı süzülme
zamanı... ip çok ağır, kıyıya yanaşıyorum ip daha çok aşağı çekiyor... güçlüyüm
kıyıda duruyorum. Görevli kameraya merhaba de diyor, bakıyorum ve hızla
çeviriyorum kafamı... hemen sayıyor 1-2-3... hayır atlayamıyorum... yeniden
1-2-3 yine atlayamıyorum... yardım ister misin diye soruyor... önce hayır,
sonra evet diyorum... sadece küçük bir dokunuşa ihtiyacım var... Bir yandan
Demet "atla, nolucak, atla gitsin" diyerek sözel destek veriyor... ve
o dokunuş bana varana dek ben atlıyorum... Üzgünüm gözlerimi kapattım... sadece
atlarken olsa da... toplam süre çok kısa... saniye önemli... zor kısım atlamak, sonrası gondola binmek ya
da dönmedolapta oturmanın bir başka ve belki biraz daha hızlı şekli...
Bungy üzerine felsefe yapılacak bir şey
değil aslında... sadece korkumun kaynağının kendimi önemsemek olduğunu fark
etmek, hoşuma gitmedi. Meydan okumak istedim kendime... çok zordu...
ama atladım...
"Selmaaaaaaaaaaaaa" diye.
Yaşam sonuna dek yaşanmaya değer yalnızca... korkuyla kaybedecek vakit yok....
Sevgi İkinci
Bayıldım Sevgi, o kadar güzel anlatmışsın ki ben de ATLADIM :)) Füsun
YanıtlaSil