Birazdan bambaşka bir duygusal sahne daha... İçini çekerek ağlıyordu Duru. Sadece ağlamayı işiten birinin onun film izliyor olduğunu düşünmesi imkansızdı, basbayağı ağlıyordu hüngür şakır.
Hafta sonu tatiline "oh be, kendimi özlemişim" diyerek giriş yapmış ve her zaman olduğu gibi telaşa düşmüştü. Telaşı yaratan planlarıydı. Planlar ve telaşın biraradalığı iş hayatının hafta sonuna muhtemel yansımasıydı. İşlerin bitirilmesi konusundaki beklentilerin her zaman verili zamanın çok üzerinde olması gibi, Duru'nun kendisi ve hafta sonundan beklentisi de o derece yüksek, belki daha da fazlaydı. Neyse ki Duru'nun hafta sonu için hesap ya da rapor vermesini gerektiren bir durum yoktu ki, kitap okumak, fotoğraf çekmeye çıkmak, bir arkadaşla oturup bira yudumlamak gibi planların kapışmasından film izleme seçeneği finale kalmıştı, öylece, beklenmedik alelade izlenmeye başlanan bir film çoktan onu içine almış, onunla konuşuyordu.
Bir gülüp bir ağlayıp filmi izlemeyi bitirdiğinde aklında o sahne vardı, akıl hastanesindeki kızın iyileştirilmek yerine, delirtilişi... İnsanlar eşit koşullara doğmuyorlar, sonrasında da verili ortamı değiştirme şansı oldukça az, içine doğduğun kültür, ailen, eğitimin... Ne yazık ki insanların birbirlerine davranışı, birbirlerini yargılayışı sanki bunu hiç bilmiyormuş, hiç anlayamazmış gibi...
Sonra kendine baktı Duru, gözleri şişmişti ağlamaktan, filmin hikayesi zihninde tekrarlanıyordu, film alabildiğine gerçekçi bir yaşam kesiti sunuyor, yaşanan ortamın siyaseti ve gündemini başarıyla aktarıyor, aynı zamanda geçiş ve bağlantılarıyla bir filmin verebileceği tüm lezzeti damakta bırakıyordu. Filmin içinde bir kaç saat yaşadı diye, içindekilerin hesaplaşmalarını yapıyordu Duru. "Kendimi çok mu kaptırıyorum acaba?" diye sordu kendine ve verdiği cevaba kendi kendine güldü: "İyi bir filmin ya da iyi bir kitabın bende yaptığı kafayı başka hiçbir şeyin yapması mümkün değil!"
Düşüncelerini öteye taşımak istedi Duru, düşüncelerini paylaşmak ve konu üzerine tartışmak. Gerçek'i bulsa... Tartışmak için en ideal kişiydi Gerçek ama sorun ona ulaşmanın kolay olmayışıydı; telefon taşımaz, epostalarına haftada bir bakardı, ne zaman eve uğrayacağı ise belli olmazdı. "En iyisi yine de ona gitmek!" fikri ile bir anda giyinip toparlandı Duru, neyse ki evi uzak değildi, en azından yürüyüşe değerdi.
Hava hafif bulutlu ama aydınlık, harika bir yürüyüşe imkan veriyordu. Acelesiz adımlara dikkat ederek yürüyordu Duru, yürüyüşün tadına varmaktı bu. Etrafına, yanından geçenlere bakıyordu, yüzlerden, ellerden bir şey yakalayabilir miydi, bir şey, herhangi bir şey...
Gerçek'in oturduğu apartmana varıp kapıyı tıkladı, biraz bekledi, ses yok. Oyalanmadı, apartmanın kapısına çıktığında ne yapacağını düşündü, eve dönmek istemiyordu. En iyisi bir sigara yakmak deyip tozlu kaldırıma oturdu. Apartmanların çirkinliği ile donanmış, plansız yapılaşma ve büyüme nedeniyle bunca apartmana dar gelen sokak, bir de araba parkı olma sorumluluğunu üstleniyordu. Sıkılmış bir hali vardı sokağın. Yakın zamana kadar çocukların oyun yeri olan sokakta bir tanesi görünmüyordu şimdi. Neredeydi bunca evin çocukları... Sokak özlemişti çocukları... Çocuklar anlamını bilmiyordu belki artık sokakların...
Etrafta uçuşan tozlara baktı Duru, gece yağan şiddetli yağmuru düşündü. Yağmurun bu tozu temizlemesi gerekmez miydi diye sordu kaldırıma. Bu kadar toz nasıl üretiliyor olabilir bulmaya çalıştı ve rüzgarın yön verdiği tozları takip ederken yaklaşan Gerçek'i gördü. Yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı, gelişini izledi Gerçek'in.
Gerçek elini uzatıp kaldırdı Duru'yu kaldırımdaki yerinden, eve girdiler. Balkon'da oturalım dedi Gerçek ve elindekilerle mutfağa geçti. Duru seviyordu bu balkonu, Gerçek'in bu evde bu balkon yüzünden yaşadığını düşündü bir kez daha. Kare biçimli genişçe balkona bir dikdörtgen masa ve sandalye yerine karşılıklı iki küçük bank yerleştirilmişti. Bankların üzeri minderlerle, balkonun sığabilecek her köşeyi çiçek saksıları ile bezeliydi. Balkonun kendi rahatlığının dışında bir manzarası yoktu, apartmanların çevrelediği bir boşluğa bakıyordu ve orta alanda neyse ki hayata tutunmuş iki ağaç yükseliyordu.
Gerçek çay bardaklarıyla döndü ve teşekkür ederim, dedi. Duru niye teşekkür aldığını anlamaya çalışan bakışını gönderince, "Bana çay içerken eşlik edeceğin için" dedi Gerçek. Gülüştüler.
Gerçek, yerine ilişmişti ki, Duru "Neden?" diye patlayıverdi ve bu ikisini yeniden güldürdü. Birbirini iyi tanıyan iki dostun değeri biçilemez gülüşüydü bu. Gerçek, Duru'nun söyleyecekleri olduğunu biliyor, Duru, Gerçek'in onu hemen kavrayacağına emindi. Güvenin verdiği rahatlığı sağlayabilecek başka bir duygu var mı?

Gerçek, konuşmayı yersiz bularak, Duru'ya seni dinliyorum bakışını göndererek bekledi, Duru başladı, anlattı film serüvenini ve sorusunu yineledi, Neden? Neden insanlar eşit koşullarda olamıyorlar? Neden insanların birbirini anlaması bu kadar zor? Tamam, coğrafya, aile, eğitim etki ediyor da bu etkilerin olduğunu bilemiyor mu diğerleri? Neden, herkes en doğrunun kendisi olduğunu sanıyor? Neden herkes en doğruyu kendinin bildiğini sanıyor? Neden insanlar bu kadar tahammülsüz birbirlerine, bu kadar anlayışsız?
Yine güldü Gerçek bu soruya, "Onu ben de çok merak ediyorum." dedi ve nedeni daha çok filmin içindeki dinamikte aradılar o gün.
Bu ilk konuşup tartışmaları değildi elbet bu ve benzer konuları. Bu bir düşünce genleşmesiydi, yoğun bir anlatım ya da olayın ardından. Cevaplar tatmin etmese de her adımda, her tartışmada biraz daha ben katıyorlardı birbirlerine.
Hava soğumuştu, montuna sarılmış düşünmeye devam ediyordu Duru, eve dönüş yolunda. Rüzgar mı fısıldıyordu kulağına, kendi kendine mi konuşuyordu? En güzeli diyordu, ne yapıyorsan en iyisini yapmaya çalışmak, kendinin acımasızlıklarını bulup onları törpülemek, kendine karşı hep tetikte olmak... İnsan çoğu kez kendisinin "iyi" olduğunu düşünüyor, gerçekten kendine bakmadan...