14 Kasım 2013 Perşembe

Duru ve Gerçek - Bi Hafta Sonu...

Gözyaşları burnunu yakan hissin ardından gözlerini doldurup yanakları sıra dökülmeye başladı. Soruyordu  ve soruları onu daha çok acıtıyordu. Söyleniyordu da; insanlar neden bu kadar zalim, neden insanlar daha iyi koşulları paylaşamıyor, neden, neden, neden?

Birazdan bambaşka bir duygusal sahne daha... İçini çekerek ağlıyordu Duru. Sadece ağlamayı işiten birinin onun film izliyor olduğunu düşünmesi imkansızdı, basbayağı ağlıyordu hüngür şakır. 

Hafta sonu tatiline "oh be, kendimi özlemişim" diyerek giriş yapmış ve her zaman olduğu gibi telaşa düşmüştü. Telaşı yaratan planlarıydı. Planlar ve telaşın biraradalığı iş hayatının hafta sonuna muhtemel yansımasıydı. İşlerin bitirilmesi konusundaki beklentilerin her zaman verili zamanın çok üzerinde olması gibi, Duru'nun kendisi ve hafta sonundan beklentisi de o derece yüksek, belki daha da fazlaydı. Neyse ki Duru'nun hafta sonu için hesap ya da rapor vermesini gerektiren bir durum yoktu ki, kitap okumak, fotoğraf çekmeye çıkmak, bir arkadaşla oturup bira yudumlamak gibi planların kapışmasından film izleme seçeneği finale kalmıştı, öylece, beklenmedik alelade izlenmeye başlanan bir film çoktan onu içine almış, onunla konuşuyordu.

Bir gülüp bir ağlayıp filmi izlemeyi bitirdiğinde aklında o sahne vardı, akıl hastanesindeki kızın iyileştirilmek yerine, delirtilişi... İnsanlar eşit koşullara doğmuyorlar, sonrasında da verili ortamı değiştirme şansı oldukça az, içine doğduğun kültür, ailen, eğitimin... Ne yazık ki insanların birbirlerine davranışı, birbirlerini yargılayışı sanki bunu hiç bilmiyormuş, hiç anlayamazmış gibi... 

Sonra kendine baktı Duru, gözleri şişmişti ağlamaktan, filmin hikayesi zihninde tekrarlanıyordu, film alabildiğine gerçekçi bir yaşam kesiti sunuyor, yaşanan ortamın siyaseti ve gündemini başarıyla aktarıyor, aynı zamanda geçiş ve bağlantılarıyla bir filmin verebileceği tüm lezzeti damakta bırakıyordu. Filmin içinde bir kaç saat yaşadı diye, içindekilerin hesaplaşmalarını yapıyordu Duru.  "Kendimi çok mu kaptırıyorum acaba?" diye sordu kendine ve verdiği cevaba kendi kendine güldü: "İyi bir filmin ya da iyi bir kitabın bende yaptığı kafayı başka hiçbir şeyin yapması mümkün değil!"

Düşüncelerini öteye taşımak istedi Duru, düşüncelerini paylaşmak ve konu üzerine tartışmak. Gerçek'i bulsa... Tartışmak için en ideal kişiydi Gerçek ama sorun ona ulaşmanın kolay olmayışıydı; telefon taşımaz, epostalarına haftada bir bakardı, ne zaman eve uğrayacağı ise belli olmazdı. "En iyisi yine de ona gitmek!" fikri ile bir anda giyinip toparlandı Duru, neyse ki evi uzak değildi, en azından yürüyüşe değerdi.

Hava hafif bulutlu ama aydınlık, harika bir yürüyüşe imkan veriyordu. Acelesiz adımlara dikkat ederek yürüyordu Duru, yürüyüşün tadına varmaktı bu. Etrafına, yanından geçenlere bakıyordu, yüzlerden, ellerden bir şey yakalayabilir miydi, bir şey, herhangi bir şey...

Gerçek'in oturduğu apartmana varıp kapıyı tıkladı, biraz bekledi, ses yok. Oyalanmadı, apartmanın kapısına çıktığında ne yapacağını düşündü, eve dönmek istemiyordu. En iyisi bir sigara yakmak deyip tozlu kaldırıma oturdu. Apartmanların çirkinliği ile donanmış, plansız yapılaşma ve büyüme nedeniyle bunca apartmana dar gelen sokak, bir de araba parkı olma sorumluluğunu üstleniyordu. Sıkılmış bir hali vardı sokağın. Yakın zamana kadar çocukların oyun yeri olan sokakta bir tanesi görünmüyordu şimdi. Neredeydi bunca evin çocukları... Sokak özlemişti çocukları... Çocuklar anlamını bilmiyordu belki artık sokakların...

Etrafta uçuşan tozlara baktı Duru, gece yağan şiddetli yağmuru düşündü. Yağmurun bu tozu temizlemesi gerekmez miydi diye sordu kaldırıma. Bu kadar toz nasıl üretiliyor olabilir bulmaya çalıştı ve rüzgarın yön verdiği tozları takip ederken yaklaşan Gerçek'i gördü. Yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı, gelişini izledi Gerçek'in.

Gerçek elini uzatıp kaldırdı Duru'yu kaldırımdaki yerinden, eve girdiler. Balkon'da oturalım dedi Gerçek ve elindekilerle mutfağa geçti. Duru seviyordu bu balkonu, Gerçek'in bu evde bu balkon yüzünden yaşadığını düşündü bir kez daha. Kare biçimli genişçe balkona bir dikdörtgen masa ve sandalye yerine karşılıklı iki küçük bank yerleştirilmişti. Bankların üzeri minderlerle, balkonun sığabilecek her köşeyi çiçek saksıları ile bezeliydi. Balkonun kendi rahatlığının dışında bir manzarası yoktu, apartmanların çevrelediği bir boşluğa bakıyordu ve orta alanda neyse ki hayata tutunmuş iki ağaç yükseliyordu.

Gerçek çay bardaklarıyla döndü ve teşekkür ederim, dedi. Duru niye teşekkür aldığını anlamaya çalışan bakışını gönderince, "Bana çay içerken eşlik edeceğin için" dedi Gerçek. Gülüştüler. 

Gerçek, yerine ilişmişti ki, Duru "Neden?" diye patlayıverdi ve bu ikisini yeniden güldürdü. Birbirini iyi tanıyan iki dostun değeri biçilemez gülüşüydü bu. Gerçek, Duru'nun söyleyecekleri olduğunu biliyor, Duru, Gerçek'in onu hemen kavrayacağına emindi. Güvenin verdiği rahatlığı sağlayabilecek başka bir duygu var mı?



Gerçek, konuşmayı yersiz bularak, Duru'ya seni dinliyorum bakışını göndererek bekledi, Duru başladı, anlattı film serüvenini ve sorusunu yineledi, Neden? Neden insanlar eşit koşullarda olamıyorlar? Neden insanların birbirini anlaması bu kadar zor? Tamam, coğrafya, aile, eğitim etki ediyor da bu etkilerin olduğunu bilemiyor mu diğerleri? Neden, herkes en doğrunun kendisi olduğunu sanıyor? Neden herkes en doğruyu kendinin bildiğini sanıyor? Neden insanlar bu kadar tahammülsüz birbirlerine, bu kadar anlayışsız?

Yine güldü Gerçek bu soruya, "Onu ben de çok merak ediyorum." dedi ve nedeni daha çok filmin içindeki dinamikte aradılar o gün.

Bu ilk konuşup tartışmaları değildi elbet bu ve benzer konuları. Bu bir düşünce genleşmesiydi, yoğun bir anlatım ya da olayın ardından. Cevaplar tatmin etmese de her adımda, her tartışmada biraz daha ben katıyorlardı birbirlerine.

Hava soğumuştu, montuna sarılmış düşünmeye devam ediyordu Duru, eve dönüş yolunda. Rüzgar mı fısıldıyordu kulağına, kendi kendine mi konuşuyordu? En güzeli diyordu, ne yapıyorsan en iyisini yapmaya çalışmak, kendinin acımasızlıklarını bulup onları törpülemek, kendine karşı hep tetikte olmak... İnsan çoğu kez kendisinin "iyi" olduğunu düşünüyor, gerçekten kendine bakmadan...



11 Nisan 2013 Perşembe

Duru ve Gerçek - Aşka Giriş

Güneş ışığının kapalı perdeler arkasından geniş, darmadağınık odaya sızmaya çalıştığı bir sabahtı. Duru, cumartesi günü olması itibariyle hafta içi günlere göre birazcık daha fazla uyumuştu sadece, ama çok uyumuş ya da hiç uyuyamamış gibi şişmişti gözleri. Rahatı pek de hissedilmeyen koltuğa her an kalkacakmış gibi iğreti oturmuş, kitaplığa bu kocaman gözlerle bakıyordu. Sanki bir kitap seçip hemen okumaya başlayacak gibi dursa da, aslında o kafasının içindeki yolculuğun bir parçasıydı. Yolculuk onu yönetiyor, o sadece düşüncelerinin oradan oraya sıçrayıp tutunamayışlarını izliyordu.

Kapının çalışıyla irkildi.

Kapıyı açmıştı bile, 'Sabahın bu saati!', 'Kim ki gelen?', 'Perdeler kapalı ama gün açıkmış bugün!' 'Ev de dağınık!' 'Üstüme bir şey alsam mı?' 'Kapıcı mı acaba?' düşünceleri aklından bir çırpıda geçerken.

Sevinçle sıçradı, Gerçek'ti gelen.

Duru ve Gerçek uzun zamandır arkadaştı ama görüşmeleri sıradan bir arkadaşlıktan biraz faklıydı. Ne zaman, ne süreyle görüşecekleri belli olmuyordu. Şimdi de öyle bir zamandı ki, Duru tam da ona ihtiyacı olduğunu onu görünce anladı.

Kucaklaşmalarının ardından, Duru'nun küçük, sevimli salonunda yerlerini aldılar.

Hoş beş soruları yoktu, her şeyi ama her şeyi konuşacaklardı birazdan, biliyorlardı.

Duru darmadağınık mutfağına koşturup aceleyle çay suyu koydu. Mutfaktan dönerken 'Ne iyi ettin de geldin.' dedi.

Gerçek, koltuğun yanındaki sehpanın üzerinde duran kitabı karıştırmaya başlamıştı bile.

Neyin var? soruldu Duru'ya.
Nasıl anladın? cevaplandı.
Sen böyle kitaplar okumazsın, yorumlandı.
Duru, Gerçeğin onu hemen anlayacağına emin olarak sormuştu "Nasıl anladın?" sorusunu, içinde dostluğuna kendini emanet eden güvenle.

Aşık oldum, pehledi Duru, soruyu cevaplamış olmak için, hissiz.

Gerçek'in gözünden kaçmadı telaş, bıyık altı güldü.

Aşk dünyanın en güzel duygusudur, dedi Gerçek sakince.

Emin misin? dedi Duru, dalgacı ses tonuyla.

Gerçek emindi ne söylediğinden, insanı insan yapan duyguydu aşk ona göre, hemen yanıtlamadı, düşünce akışlarına izin verdi.

Duru, cevabını bilir gibi sorduğu "emin misin" sorusundan şüpheye düşmüştü bile, o emin miydi acaba, neydi aşk?

Gerçek düşünce saldırısını durdurdu, "Anlatsana" diyerek.

Duru nereden başlayacağını bilemedi önce, yüzünü avuçlarının içine alıp dirseklerini dizlerine dayayıp gözlerini yere dikti oturduğu koltukta. Gerçek sakince sırasını bekliyordu.

Ondan hoşlanmıştım, diyerek başladı Duru sonunda, buluştuk bir gün, o kadar çok şey paylaştık ki, ben ona daha da yakın hissettim kendimi, içimden dedim ki bu adam, ben bu adamı hayatımda istiyorum ve bu adam için sabırlı olacağım.

Konuşması kesildi burada Duru'nun. Gerçekse inatla sessizdi. "Sonra... ... sonra her şey o kadar hızlı oldu ki, biraz önce hayalini kurduğum şeyi yaşamaya başlamıştım."

Konuşmasındaki yavaşlık ve sesinin alçak perdesi üzgün ruhunu Gerçek'e gösteriyordu.

Devam etti Duru, "Bir anda biz oluvermiştik. Sarılmak, herhalde işin büyüsüydü. Sarılırken, yaşamımızdaki tüm acılarımızı ve sevgimizi aktarıyorduk birbirimize. O anda hissettiğim mutluluğu anlatamam sanırım"

Sessizlik... Sessizlik güneş ışıklarına engel değildi. Gerçek kalkıp perdeleri açtı, kaynayan suyun çaydanlıkla dans edişi onu mutfağa yöneltti, ağır adımlarıyla gidip çayı demledi ve geri gelip koltuğa sessizliğini armağan ederek oturdu. Durunun gözleri hala halıdaydı.

"Böyle başlayan bir ilişki sadece bir hafta sürdü, sadece bir hafta."

Gerçek, "Seni bu kadar üzen şeyin beklentin olduğunu biliyorsun değil mi?"

"Bilmiyorum, çok çok düşündüm, bilmiyorum."

Gerçek, "Ne buldun?"

"O kadar çok şey buldum ki..."

Gerçek, "Ne buldun bilmiyorum ve sormayacağım da, yaşadığından ders çıkarman gerek diye düşünüyorum yalnızca."

Duru, "Hiç öğretmenlik yaptın mı sen?" sordu kuşkuyla.

Gerçek gülümsüyordu "Hayır" derken ve ekledi "Neden?

Duru da gülümsemeye başlamıştı, "Ders çıkar deyince..."

Gerçek, Aşk hala dünyanın en güzel duygusu sen ondan şüphe etsen, aşk yüzünden üzüldüğünü düşünsen bile. Sonuç olarak bu yaşadığın sana öğrettiği bir şeyler varsa, yaşadığına değer diyorum.

"Yok sen kesin öğretmensin" diye takıldı Duru.

"Belki dolu tarafına bakmayı öğrenmişimdir" diye göz kırptı Gerçek.

Çayın kokusu ve güneşin ışığı odayı tümden esir almış, günü yaşamaya davet ediyordu onları. En acı anda bile yaşam devam ediyorsa kahvaltı herkese iyi gelir, sadece bir inanış değildir bu.

31 Mart 2013 Pazar

Akşamın getirdikleri...






Akşamlar güzeldir, bir nebze olsun az dokunulmuş.
Olduğudur insanın gösterdiğinden ziyade
Evi akşamıdır insanın

Akşamına kavuşma heyecanıyla hızlı hızlı yürüyordu P. Apartmanın kapısında, uzun zamandır görmediği A ile karşılaştı. Gülümsemeyle kucaklaştılar. A aynı binada oturan bir arkadaşına uğramış, şimdi ayrılıyordu, ne güzel tesadüftü. P geri döndürdü onu, hadi gel bir şeyler yiyelim diyerek akşamına davet etti.

İki arkadaş da ansız, plansız gelişmelere heyecanlı, bir anda sohbete koyuldular. A uzun zamandır memleketi Çin'deydi, yeni dönmüştü, ne yapmıştı, ne etmişti.

Eve vardıklarında P'nin ev arkadaşı Y yemeği çoktan hazırlamıştı. Yemekte bir Çin yemeği olan dumpling olması başka bir sürprizdi. Dumpling, bir avuç içi büyüklükte bir hamurun içine kıymalı bir karışım konulması ve bu hamur toplarının kaynar suda pişirilmesiyle yapılıyor ve bu iki Türk arkadaşa mantıyı hatırlatıyordu. Sadece hatırlatıyordu, çünkü iç malzeme lezzeti oldukça değiştiriyordu, ayrıca onlar haşlanmış hamur topları sade veya soya sosu ile tüketiyorlardı. Olsundu, bu iki kafadar en azından sarmısaklı yoğurt sosunu ve kırmızı toz biberi ekleyerek, Türk usulü dumplinge ulaşmış ve o akşam bu usulü Çinli arkadaşları ile de tanıştırmışlardı. Çinli A, kendi yemeğini bu yöntemle yemekten keyif aldığını ve bundan sonra kendisi de böyle yapabileceğini iletti, iki arkadaş mutlu oldu.

Akşamın uzayacağı Y'nin planı ile belli oldu. O da Çinli bir arkadaşıyla buluşacaktı yemek sonrası, P ve A'yı da davet ediyordu. Onlar da plana memnuniyetle dahil oldu.

Akşamlar şaşırtıcı, akşamlar beklenmedikti
Akşamlar günün özeti ama ötesiydi
Aldığın soluk, seni var edendi

Hava sonbahara rağmen sıcacık, açık havada oturmaya izin veriyordu. Karanlık masalar üzerindeki mumlarla ve insan kalabalığının sohbeti ve kahkahalarıyla aydınlanıyordu. Seçilen yer şehrin içinde, şehirden soyut küçük bir meydanın bir köşesindeki bir mekandı. İçecekler alındı, sohbetin rengi hızla koyuldu.

Milletler, dinler, mistisizm, meditasyon, benzerlikler, farklılıklar konuşuldu. Kitap tavsiyelerinde bulunuldu. İşte o anda, anın anlamına önem verildi. Başka dillerden gelen bu kimseler, bir başka dilde anlaşıyor ve arkadaş olup deneyimlerini paylaşırlarken, tavsiye edilen kitap bir başka dilde olabiliyordu. Bu güzellik olmalıydı.

Babil efsanesi dillendi. Tanrıya ulaşmak isteyen kavimler bir araya gelerek Tanrı'ya ulaşmak için bir kule inşa etmeye başlarlar. Bu duyan Tanrı, kuleyi görmek için gelir ve bu davranışa çok kızar, siz aynı dili konuşuyor ve Tanrı'yla yarışıyorsunuz, sizin dillerinizi ayırayım da bir daha birlik olamayın der ve kuleyi yıkar.

Şimdi gitgide evrenselleşen dünyada diller yeniden birleşiyor olabilir miydi? Bir oyun gibi değil miydi sözcükler? Aynı dilde konuşmak, yeter miydi birbirini anlamaya? Ya herkesin birbirini anladığı evrensel bir dil heyecanlandırmaz mıydı insanlığı, anlamaya dair?

Akşamlar getirir kokusunu sıcaklığın
hatırlamaktır kim olduğunu
yeniden dönmektir hayallerine

















Yalınayak

by Sevgi İkinci from Mt Eden

Hayal, çıplak ayaklarıyla sokakta yürüyen adamı gördü önce, böyle bir sürü insan görmüştü bu ülkede, sokaklarda çıplak ayak yürüyor, bisiklete biniyor, otobüse binip yolculuk ediyorlardı, sonra durdu, etrafı kolaçan etti ve tek ayağı üzerinde durup diğer ayağını kaldırıp ayakkabısının altına baktı. Birkaç ağaç tozu dışında tertemizdi. Hafiften yağmur çiseliyordu, dün gece bardaktan boşanırcasına yağmur yağmıştı ama hiç çamur yoktu.

Yeni Zelanda'ya geleli on gün olmuştu. Başka bir ülkeye yolculuğu sırasında ona farklı gelecek şeyler olacağını tahmin ediyordu ama onu en çok şaşırtan şeyin çamurdan arınmışlık olduğunu öngöremezdi. Çıplak ayaklılar ise ona çok keyifli görünmüştü.

Kaldığı eve onu götüren sokak o kadar güzeldi ki... Yolun iki yakasında da geniş kaldırımlar, kaldırımların içinde bölünmüş çimenlik alanlar, bu alanlar içinde yükselen birbirinden güzel ağaçlar, yolun ufkunda ise denizin verdiği tablomsu manzara. Buralara daha önce gelemediğine üzüldü, içinde bir geç kalmışlık hissi ile.

Annesini hatırladı hüzünle, yeniden. "Canım annem, sana anlatabilseydim bunları" geçirdi içinden. Annesi ve babasının ayrılışı onun yurt dışına çıkma planını bozmuştu yıllar önce. Annesini bırakıp bir yerlere gidememişti, ta ki onu kaybedene kadar. 9 sene ana kız yaşamışlar, birbirlerine tüm desteklerini vermişlerdi. Ya şimdi? Yapayalnız hissetmişti Hayal, annesinin ölümüyle. Aynı evde yaşamaya devam etmek anlamsızdı artık. Sadece evi değil, tüm yaşamını değiştirmiş, kalkmış dünyanın öbür ucuna gelmişti ya, hep annesiyle konuşmaktaydı.

Annecim bir bilsen, burada sokaklar o kadar temiz ki, demek istiyordu. Annem biliyor musun, kaldığım evdeki çocuk çıplak ayaklarıyla fayanslara basıyor diye, ona terlik giydirmeye çalışıyorum, beni anlamıyor. Koca adamlar, çocuklar hep yalın ayak dolanıyor sokaklarda ondan. Bu ülkede her yer ağaç, çiçek, toprak ama biliyor musun hiç çamur yok anne. Korkma anne, herkes sapasağlam, hiç de hasta olmuyorlar. Evde ayakkabı ile geziyorlar ama sokaklar bizimkiler gibi pis değil ya, evler de öyle çok pis olmuyor anne.  Çimler herkesin, istersen basıyor, istersen oturuyorsun, öyle güzel ki, şehrin içinde kendini piknikte hissediyorsun. Alıyorsun öğle yemeğini, arkadaşlarla doğru çimlere.

Tatlı yağmur devam ediyordu, Hayal ayakkabılarını ve çoraplarını çıkardı. Eve gitmekten vazgeçmiş, biraz yürüyüş yapmakta karar kılmıştı. Çıplak ayaklarıyla ilk ıslak zemine basışında biraz soğuk hissetti ama çabucak alıştı ayağı soğuğa asıl sorun narin ayaklarıydı, alışkın değildi böyle yürümeye. Kaldırımın beton bölümleri gayet düzgün olmasına rağmen ayaklarını acıtıyordu, yavaşladı buralarda, çimen bölümlerde ise kendini yuvasında hissetti, doğaya en yakın olduğu yerde. Çim alanları kolladı daha çok yürümek için. Doğayı düşününce babası geldi aklına.

Babası tüm iş yaşamı boyunca bir çiftlik kurma hayali kurmuş ve emekli olur olmaz şehir dışında geniş bahçeli bir eve taşınmıştı. Hayal babasını görmeye birkaç ayda bir gidebiliyordu. Emekliliğinin ardından kendini tamamen bahçe işlerine vermişti babası. Bahçede yapılacaklar hiç bitmiyordu, hep çok meşguldü, o hiç gelemezdi, kızını ziyarete. Hayal babasını her görmeye gittiğinde babasının yeni bir inşasıyla karşılaşıyordu. Bahçe her geçen gün bina tarlası oluyordu ve Hayal bunu anlayamıyordu. Elbette, bazı bölümler gerekliydi ama babası her amaç için ayrı bir oda yapmaya çalışıyor ve bir yandan da çamurla mücadele etmeyi her yeri betonla kaplamak olarak görüyordu.

Baba, biliyor musun, bu adamlar toprağı kontrol etmeyi öğrenmişler. Her yer çim, her yer ağaç... Çimleri ekiyorlar, uzayınca kesiyorlar, muhteşem bir koku yayılıyor. Sürekli basılan yerlere taş döşeyerek, ya da betonla şekillendirerek, doğayla medeniyeti bir araya getirmişler. Evet baba, çok basit değil mi? Niye bulamıyoruz biz, bu basit çözümleri baba? Çok mu basit geliyor, bu kadar kolay olmamalı mı diyoruz? 

İyice ıslanmıştı Hayal, yine de yavaşça yürümeye devam ediyordu, düşünceli. Sokağın sonunda bir park olduğunu gördü, parka daldı. Dalları yerlere değen koca ağaçlar, kocaman kırmızı çiçekleri ile selamlıyordu onu. Kuş sesleri ise artmıştı parkta. Birbirinden değişik sesler geliyordu ama ayıramıyordu kuşları Hayal. Bir anda kendini çimlere bıraktı Hayal, açtı kollarını yağmura, yüzünde şaplayan yağmur damlaları onunla şakalaşıyor gibiydi. Özgürlüğü ve huzuru hissetti Hayal.  















25 Mart 2013 Pazartesi

Basit bir şifre gibiydi korkuyu korkutmak

Korkudan ölürüz biz,
Bilir miydiniz?
Sormadım başka kültürlere
Eskilerdendir bizimki
İnandım bilgeliğine

Biz korkudan ölürüz
Ve öldürürüz kendimizi
Bize değil hepimize dairdir bu
Bilir misiniz?

Korkunun zerresidir
Adımın gerisi
Ölümün aynısıdır
Korkusu kaybetmenin

Ve bir bilmece gibidir
Cevabı içinde gizli
Ne kadar korku varsa içinde
O kadar kaybedersin

Ölmeyeceksen korkudan
Öldüreceksin korkunu

Giremeyecek kapından
Öyle korkacak senden

Beş kuruşluk gerçeğe hayalleri satmanın bedelidir, ulaaaan!!!!!

Bir nehir kurmak istersin gönlünde
Sularında yıkandığın
Her an farkını sana katan

Sular da pek kirlendi ya
Bakarsın ki bir farkı da kalmamış suyun

Küresel kirlilik işte der
Yanarsın tek başınalığına

Gün gelir şaşalarsın
Hayallerini yorganına göre uzattığına

Ulan! dediğinde
                                                      Anladığın andır
                                                      Hayallerinin haciz memuru olduğunun!

17 Mart 2013 Pazar

Waitakere'de Meditasyon

New Zealand pigeons
"masal kuşu"
Şu sıralar kafamdaki milyon soruyu çözmeye kendimi vermiş ve hayatın gerçeklerinden oldukça uzaklaşmış durumdayım canlar. Oysa gerçekte yapmam gerekenler gırla. En sonunda eneee, dememeyi umuyorum.

Bir olay, bir insan ve arkasından yaşananlar beni, kendimi yeniden gözden geçirmeye itti. Buna benzer bir şey daha önce de yaşamış ve şu ikilemde kalmıştım. Nefret mi etmeliyim, teşekkür mü? Teşekkür etmeyi tercih ediyorum, bir yandan acı çekerek. Hayatın eğitim verme yöntemi acı vermek. İdrak sanki başka türlü açılmıyor, ne acayip!

İlginçtir, tam da benim sorgulamalarımın başladığı süreçte bir arkadaşım ile meditasyon hakkında konuşuyorduk. Mantığı hep sevmiş biri olarak meditasyonun yapılma yöntemi ve gerekçesi bana çok akılcı göründü. Derler ki, meditasyon beynimizi dinlendirmemizin bir yöntemidir, uyurken bedenimiz dinlenir ancak beynimiz çalışmaya, rüyalarımızla bize hizmet etmeye devam eder, biz çoğunu hatırlamasak da. Meditasyon yapmak ise aslında beyni boşaltmak ve hiçbir şey düşünmemek. Meditasyona yardımcı olabilecek koşullar, bir çeşit müzikle, ortamın sessizliği ve loşluğuyla oluşturulmaya çalışılsa da söylenene göre herkesin kendi kafasını boşaltma yöntemi birbirinden farklı olabiliyor. Bir arkadaşım olabildiğince boş, sessiz ve karanlık bir odada gözleri kapalı oturarak konsantre olduğunu ve önce  kafasının içinde odadakileri dışarı attığını, sonra düşüncelerinden bir bir kurtulduğunu anlatırken, bir başkası derin nefes alıp vererek düşüncelerden çok bedenine organlarına konsantre olduğunu aktarıyor. Benim anladığım bu bir nevi, düşüncelerinden biz zamanlığına kurtularak, kendine dışarıdan bakmak, düşüncelerini ayıklamak, neyi gerçekten istediğini ayırt etmek, istediğine odaklanmak gibi faydalar sağlıyor. Bir çok kişi meditasyon yapabilmenin zor olduğu ancak bunu başardığında kişiye ferahlık verdiğinde hemfikir.

Ben de merakım ve işin aklıma yatmasıyla deneyeyim dedim. Bir arkadaşım aracılığıyla eğitim veren bir yerle bağlantıya geçtim ama ders saatleri bana uymadığından hafta sonu grup üyelerinin yapacağı geziye katılmaya karar verdim.

Waitakere içinde içine atlanılan gölet
Toplandık ve Auckland'a arabayla yaklaşık yarım saat uzaklıktaki Waitakere ormanına gittik. Grup yürüyüş yapacaklar ve koşacaklar olarak ikiye ayrıldı. Ben yürüyen gruba katıldım. Yürüyüş grubunun lideri aynı zamanda meditasyon merkezinin kurucusu ve otuz yıldır bu işi yürüten dünya tatlısı bir insan. Tek sıra halinde yaklaşık yedi sekiz kişi yürüyoruz, kendimizi dinliyoruz ara ara liderimiz bir ağacın yanında durup bize ağaç hakkında bilgiler veriyor. Yeni Zelanda'nın endemik ağacı Kaori, tek ve büyük bir gövdeden oluşması, yumuşak dokusuyla kolay işlenmesi ve yıllara direnerek muazzam bir büyüklüğe ulaşması ile ünlü. Yüz, iki yüz yaşında bir ağaç görmek hiç zor değil, çok fazla kıyıma uğramış olmasına rağmen. Yürüyüşe başlarken gördüğümüz Yeni Zelanda güvercininden de bahsetmeliyim. Diğer güvercinler gibi onlar da insandan kaçmıyor ve görüntüleri kendimi bir masalın içinde hissetmeme neden olduğu için bence onlar masal kuşları. Gezinin en ilgi çekici kısmı ise orman içinden akan derenin gölleştiği bir noktada suya dalmaktı. Bu arada belirtmeliyim, orman içinde yapılan yürüyüş yollarına, düzenlemelere, bilgilendirmelere hayran kalmamak elde değil. Yeni Zelanda'yı bu yüzden çok seviyorum.

Yürüyüşümüz yaklaşık üç saat sürdü, koşu ekibi bizimkinin belki beş katı bir mesafeyi bizimle aynı sürede tamamladı. Buluşuldu ve kahvaltıya gidildi, ikili üçlü sohbetler edildi.

Ben bir noktada meditasyonla ilgili bir şeyler yapılacağını düşünüyordum, sözü bile geçmedi. Dedim ki benim kavrayamadığım aslında bizim yürüyüşümüzün de bir çeşit meditasyon oluşu. Meditasyonla ilgili bilgi edinmeyi gelecek bir güne bırakıp yeni güzel insanlar tanımanın mutluluğuyla eve döndüm.













16 Mart 2013 Cumartesi

Ooops!


by Tuncay Batıbeki
Chris was not happy at all, he sat in the Irish pub blindly staring at the wooden table and slowly drinking his beer. His face could be read like a book. 
His friend, Nick, noticed him and came over to say hi, but realized his friend was down.
"What happened?" he asked. 
"Nothing!" Chris replied.
Nick tried to make him cheer up, but it was impossible and he left him alone.

***

A few months later they met again. Chris was still looking pale. Nick persuaded him to come over to his house this time. When they arrived home, Nick's wife was cooking dinner. It smelled so good they sat down as soon as possible.

They enjoyed with delicious food talked about their lives. Nick still wondered why his friend was so upset?

Eventually, he told them the story that was love. He had been really enjoying life. He had thought that there was a special relationship between a girl and him. However, they had only spent two passionate months together. 

Then Chris fell silent, Nick and his wife looked at him with curiosity.

In the end he agreed to talk. He couldn't decide from where he start and said that one day his girlfriend farted. 

Another moment of silence followed, before Nick and his wife burst out laughing.

Chris left straightaway. He knew that nobody could understand him. He can't solve the problem in his mind either.

***

A while later, he explained what happened. After the girl farted she had started to cry and explained that they couldn't be together anymore, that because of te fart things would be very awkward between them and their love was going to die. She loved him a lot and left him because of this.

Nick and his wife were sad and would have liked to help but unfortunately it was impossibble because the girl had already left the country.

***

Chris got older and older and almost forget the girl, life was life and he enjoyed it and lived more wisely.
One day, many years later, he met a woman who was very beautiful for her age. Something about her was very familiar. The woman had already recognised him and introduced herself. They laughed and laughed together about how stupid they had made their lives.

***

Yes love is love, even after so long. She admitted her mistake and became a supporter of farts. They even decided to make their story public and established an association called "The Freedom to Fart!"

3 Mart 2013 Pazar

Aşk aşk aşk yüzünden arap saçına döndüm, şimdi insana dönmeye çalışıyorum!


Bizde böyle bir tabir, şarkı sözü ve bitki var, nasıl bir benzetme, aşk aşk yüzünden arap saçına döndüm! Arap saçı, olabilecek en karmaşık şey hemi :)
İnsan ne tuhaf deyip duruyoruz ama en çok insanın normal halini algılamaktaki acizliğimiz bizi şaşırtıyor, görmüyoruz. Değil mi ki insan kendini bile nice sonra anlarken, karşısındaki anlamakta zorlanacak olan. Değil mi ki anlamaya öncelik vermek yerine, yargılamayı görev bilen.
Çocukluğumda en etkilendiğim film sahneleri nasıl insanların birbirlerini yanlış anlayarak hatalara sürüklendikleriydi. O zamanlardan, eğer insanlar birbirlerine karşı açık olurlarsa sorun kalmazdı ki, sonucunu çıkarıvermişim. Sonradan bu anlamama ya da yanlış anlaşılma halleri bir de komedi türü oldu üstelik; amerikan apartmasıdır çoğu, hiç sevmem, komik de gelmez bana.
Demeden edemeyeceğim, bu hayat çok garip! Alacağın dersi daha çocukken almışsın, bu anlama meselesine hafiften kafayı takmışsın, kendince bir çözüm geliştirmişsin de, bu anlama, anlamama halleri ne oluyor sonra?
Algısı insana çok pis oyun oynar, gördüğünü, duyduğunu şaşırtır.
Yargılar başlamadan oyun kaybettirir.
Olumsuz düşünce sahibine geri döner.
Herkes biliyor di mi bunları? Bilmeyen var mı? Sınav, sorgu falan değil, kadını, erkeği kime sorsan, üniversitede ders verecek detay verebilir bu deyişler hakkında.
Ama yaşam öyle mi? Yapabiliyor muyuz, uygulayabiliyor muyuz, ne kadar?
Uygulayabilene şapkamı çıkarıyorum ve saygılarımı iletiyorum ama sayının pek az olacağını da tahmin etmekteyim, üzülerek.
Tahminlerde bulunurken kendimi de bu güruhun içine katıp çoğunluk arasında kaybolarak suçluluk hissimi azaltma çabamı mazur görmenizi temenni etmektir dileğim, kimbilir?
Yaptım, bir yargıda bulundum, yanlış anladım, üzüldüm, ağladım ve olumsuz düşüncelerimin esiri oldum. Üç cümlelik özdeyiş toplamının hepsini birden ihlal etmeyi başararak, bunlara kıymet veren herkesin gözünden kendi kendime düştüm, karnım ağrıdı, içtim, kafam yarıldı. Üzüldüm de üzüldüm daha çok daha da çok...
Ve baktım ki arap saçına döndüm. Şimdi bu halimle yaşam savaşı vermekteyim. Kolumu kaldırıyım diyorum bacağıma dolanıyor, başımı kaldırayım derken kıçım oynuyor, ayağıma bakıyorum sırıtık suratımı görüyorum. Çok fena durumum dostlar, spora başlayayım diyorum, iyi sulanır ve uzuvlarımı biraz geliştirirsem, belki her  şeyi yeniden yerli yerine koyabilirim, ya en azından gözümü bulup yaşını sileydim.
Bu arada bunları da anlatıyorum, hani sizin de başınıza gelmesin falan diye değil, hani bu aşamaya gelmeye hazırlıklı olasınız, bu insan cibilliyeti bildiğini de yanlış yapmakta pek istikrarlı, demedi demeyin.